11 Ağustos 2015 Salı

MISIR İŞÇİ HAREKETİNİN DÜNÜ VE BUGÜNÜ-1


Ayaklanmadan önce Mısır işçisi



“İşçi hareketinin mücadelesi bugünün halk devrimine zemin hazırladı.”1 
25 Ocak halk ayaklanmasına işaret eden ve devrimi sahiplenen Mısır sendikal hareketine yönelik kapsayıcı araştırmalardan birisi, Petrol-İş Sendikası’nın “Mısır’da Sendikal Hareket” başlıklı dosyası.  Dosyada ilk dikkat çeken nokta, 1998-2010 arasında 2 milyon işçinin 3 bin 500 dolayında grev ve protesto gösterisi düzenlemiş olmasıdır. Bu da Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da işçi sınıfının devrimdeki yadsınamaz rolüne işaret ediyor. Mısır’daki toplumsal gelişmeleri anlamaya çalışırken bu sefer de işçi hareketinin dününe ışık tutuyoruz.
Mısır işçi hareketine yönelik, özetin özeti: Mücadele deneyimleri 1899’a kadar giden sendikal hareket ilk zamanlar özellikle yasal olarak tanınma ve kabul görme mücadelesi veriyor. İşçi sınıfı Nasır iktidarına kadar hem sınıfsal hem de antiemperyalist talepler etrafında bir araya gelerek birçok grev ve direnişe imza atıyor. Monarşi döneminde olduğu gibi Nasır iktidarı da sendikal hareketi bastırmak için uğraşırken hükümet kontrolü altında olması şartıyla 1957’de Mısır İşçileri Federasyonu’nun kuruluşuna izin veriliyor.
BAĞIMSIZ SENDİKAL MÜCADELE ARAYIŞI
Mısır’da devlet güdümündeki sendikacılığa karşı en somut adım ise 30 Ocak 2011’de atılıyor. Bu tarih, Mısır halkının Tahrir başta olmak üzere Mübarek’in istifası için alanlara indiği günden beş gün sonraya denk geliyor. ‘Devlet federasyonunun’ 27 Ocak 2011’de hükümete yönelik her türlü protestoya karşı olduğunu ilan eden açıklaması mücadeleci sendikal hareket için bardağı taşıran son damla oluyor ve 30 Ocak’ta Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu’nun kuruluşu ilan ediliyor. Bildirgede ‘tüm yurttaşlara çalışma hakkı, asgari ücretin yükseltilmesi, sosyal hakların garanti altına alınması, insan onuruna yaraşır bir emekli maaşı, örgütlenme özgürlüğü, genel af’ gibi bir dizi ekonomik ve demokratik talep sıralanıyor. Bildirgede dikkat çeken nokta, tüm işçilere işyerlerinde ‘sivil komiteler’ kurma ve ‘hayati sektörlerdeki işyerleri hariç’ grev ve protestolar düzenleme çağrısıdır. Bu ‘hassasiyet’, bağımsız sendikal hareketin ne derece siyasallaştığını ve mücadele içinde sınıf partisinin eksikliğini göstermeye yetiyor.
MAHALLA’DA GREV VAR!
2011 ayaklanması öncesi en önemli mücadele merkezlerinden birisi kamuya ait fabrikalarda binlerce tekstil işçisinin çalıştığı Mahalla kenti oluyor. 2006 yılında binlerce işçiyi, üstelik devlet kontrolündeki bir sendikal anlayışa rağmen mücadele ve greve iten çokça sebep var. Sırasıyla; işçilerin, 90’lı yıllarda IMF ve Dünya Bankası tavsiyeleri sonucu başlayan özelleştirmelerde sıranın kendi fabrikalarına geleceğini düşünmeleri. Yoksulluk sınırının altında yaşamaya mecbur bırakan ücretler. Buğday ihtiyacının yarıdan fazlasını ithal etmek zorunda kalan ülkede artan gıda fiyatları ve sonucunda yaşamın dayanılmaz hale gelmesi (Aslında bu sorunun yakıcılığını, gösterilerde öfkeyle elinde ekmek sallayan insanların yüzlerinden de anlayabiliriz). Gösterilerde bağımsız işçi komitelerinin ön plana çıkması ise, sendikaların Mübarek’in Ulusal Demokratik Partisi ile olan yakınlığına duyulan öfkeden kaynaklanıyor. Diğer yandan grevi kadın işçilerin başlatmış olduğunu, erkek işçilerin daha sonra greve katıldığını da es geçmeyelim. Tüm bu gelişmelere, 90’lı yılların sonunda devlet arazilerinin feodal beylere verilmeye başlanması ve yoksul köylü kesiminin kırdan kente göçüyle beraber geleceksizliğe terk edilmesini de eklediğimizde, Mübarek iktidarına karşı bir hayli öfkenin birikmiş olduğunu görüyoruz. Ayrıca o dönem ‘Ne Mübarek ne de Müslüman Kardeşler (MK)’ diyenler için yükselen sınıf hareketi, “adil ücret, örgütlenme hakkı ve ifade özgürlüğü talepleri bütün toplumsal kesimleri –din temeline değil geniş bir demokratik gündem temelinde- birleştirme gücüne sahip” olarak görüldüğünü de ekleyelim.
BİRLİKTELİK VE GÜVEN ESAS GÜÇ
2007 ve 2008’deki yine Mahalla merkezli kentlerde öne çıkan talepler geçmiş talepleri de aşar nitelikteydi. Bunda işçi hareketinin kazandığı güven ve birlikteliğin gücü hayli etkili oldu. Örneğin greve çıkan işçiler, kendi fabrikalarına özgü taleplerin ötesinde asgari ücretin yükseltilmesi ve ücretlerinin yoksulluk sınırının üzerine çıkartılması gibi istemlerde bulunuyordu.
Hem Joel Beinin’in hem de Doç. Dr. Mehmet Dalar’ın Müslüman Kardeşlerin işçi sınıfına yönelik tutumuna yönelik aktarımlarına dayanarak, MK’nin bu konuda genel geçer bir program ve söylem sahibi olmak yerine ‘duruma ve koşula göre’ hareket ettiğini söyleyebiliriz. Grev ve gösterileri Mübarek iktidarı engellemeye çalışırken ve baskıya başvururken, Mursi iktidarı ise bu araçları eskisi gibi tüm Mısır halkına karşı kullanmaktan geri durmuyor. Eski rejimden tek farkı ise, bunu ‘devrimin gerçek sahibi olduğunu’ iddia ederek yapıyor olması!

MK’NİN PRAGMATİST TAVRI
İlgili dosyada Beinin, “işçi dayanışmasının MK için alışmadık bir durum olduğunu, sanayideki işçi sınıfı içinde etkisinin sınırlı olduğunu ve Mübarek döneminde zaman zaman grevlerin kırılmasında iktidarla ortaklık yaptığını” belirtiyor. Beinin ayrıca, MK içinde her toplumsal tabakadan insanların olmasına rağmen yönetimin varlıklı iş adamlarında olduğunu kaydediyor. Dalar ise, her ne kadar kuruluşunda Hasan El Benna ile birlikte işçilerin de yer aldığını hatırlattığı MK ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Yoksulluk, yoksullarla varoşların sorunlarını ‘ihsan’ ve ‘dayanışma’ yoluyla çözmeye çalışan MK hareketinin geçmişinde işçi sorunları fazla yer tutmamaktadır… Üyelerinin çıkış noktası davet ve ahlak olduğu için işçi hareketinde de aynı referans görülmektedir.”*
Son olarak, MK’nin devrim öncesi bu pragmatist tavrı, bugünün Mısır’ında da devam ediyor. Yoksa, sokak gösterileri ve muhalefetin baskısıyla bunalan Mursi’nin, 1 Mayıs’ı bahane ederek bir demir-çelik fabrikasında işçilere hitaben Mısır ekonomisi için ne kadar önemli olduklarını anlatan duygu yüklü konuşmasını ve yeni iş alanlarına ilişkin vaatlerini nereye koyacağız?
1 Petrol-İş Sendikası, “Dosya: Mısır’da Sendikal Hareket”, 01/03/2011
2  Mehmet Dalar, “Mısır’da Müslüman Kardeşler Hareketinin Demokrasi Anlayışı ve Sisteme Etkisi”, Alternatif Politika, Özel Sayı 1, 48-73, Kasım 2010
İlyas Coşkun
Bu yazı 19 Mayıs 2013 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayınlanmıştır.

MISIR İŞÇİ HAREKETİNİN DÜNÜ VE BUGÜNÜ-2

Mısır işçisinin cüret ve itirazı yükseliyor



“Biz, diktatör Ulusal Demokrasi Partisini, ondan da kötü Hürriyet ve Adalet Partisi’nin iktidara gelmesi için başımızdan def etmedik."1 
Bu sözler, Mısırlı bir işçiye ait. Sendikaların ve muhalefetin eylem ve talepleri de aynı doğrultuda, Müslüman Kardeşler iktidarını rahatsız edici türden. Geçen hafta sendikal hareketin ayaklanma öncesi durumuna odaklanırken bu hafta ise özellikle son aylardaki faaliyetlerine bakarak, Mısır’da iktidar için işlerin ne kadar ‘yolunda’ olduğunu aktarmaya çalışacağız.
Örneğin geçen Şubat ayında Süveyş Kanalında geçici süreli ve taşeron bir şirkette çalışan işçiler, çıktıkları grev sonrası sözleşmelerinin feshedilmesine karşı bir basın toplantısı düzenledi. 3 farklı ağızdan dile getirilen itirazlarda, işçilerin kendilerine olan güveni ve eskisi gibi baskıyla zapt edilemeyecekleri görülüyor.
Yaşadıkları sorunları anlatan bir işçi, işçi haklarını koruyan yeni yasalar istiyor ve hükümete tepkisini şu sözlerle özetliyor: “Sosyal adalet talebiyle yapılan devrime rağmen kapitalist politikalar geçmişe kıyasla devam ediyor. İşçileri ilgilendiren konularda yeni rejim, eskisiyle aynı tavrı sergiliyor.”
İş kazası geçirdiği için bacağını kıran bir işçi de konuşmasında, kazadan sonra tazminat alamadığını ve sağlık sigortasından aldığı 150 Mısır Lirası (Ülkede asgari ücretin en az 1200 Mısır Lirası olması için mücadele veriliyor) ile iyileşene kadar yaşamak zorunda olduğunu anlatıyor.
Limandaki işinden kovulana kadar 16 yıldır aynı işyerinde çalışan 60 yaşındaki bir işçi de, aldatılmışlığın verdiği öfkeyle soruyor: “Şirket bunu bize nasıl yapar? Mursi’nin seçim kampanyasında vaat ettiği, yurttaş olarak görmemiz gereken değer nerede?”
MISIR DEMOKRATİK İŞÇİ KONGRESİ
Mücadele içindeki işçiler kadar devlet güdümündeki federasyonla bağını kopartmış sendikalar ve işçi temsilcileri de boş oturmuyor. Devlet güdümlü Mısır Sendikaları Federasyonundan sonra ülkedeki en büyük emek örgütü olan Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu’nun organize ettiği Mısır Demokratik İşçi Kongresi, nisan ayının sonunda düzenlendi ve ülke çapında 300 farklı bağımsız sendika temsilcisi toplantıya katıldı.
Uluslararası anlamda sendikal üst örgütlerin ve ülkedeki siyasi partilerin de ilgi gösterdiği toplantıda sıralanan talepler ise işçi hareketindeki morali gözler önüne seriyor(2): Sendika kurma özgürlüğünü garanti altına alan yasal düzenlemeler, işten atılan işçilerin geri alınması, özelleştirilen işletmelerin millileştirilmesi, asgari ve azami ücret.
Ülkede grev ve protestoların Mursi iktidarıyla birlikte iki katına çıktığını biliyoruz. Bunda temel iki sebep var: Birincisi Mübarek diktatörlüğü altındaki baskı ve zor koşulları kırıldı ve işçiler görece daha rahat sokağa çıkıyor. İkincisi ise MK iktidarından memnun değil ve bunu her fırsatta açıklamaktan geri durmuyor.
1 Mayıs öncesi ilan edilen, MK ve Selefi örgütler dışında neredeyse her siyasetin ve sendikanın imza koyduğu açıklama; işçi haklarını içermeyen anayasadan, hapse atılan muhaliflerden, engellenen sendikalaşma özgürlüğünden, artan enflasyondan, işsizlikten ve geleceksizlikten şikâyet ediyor.
“Hakları için mücadele eden işçileri kapı önüne koyan patronları eskiden Mübarek koruyordu şimdi ise Mursi” denilen açıklamada sıralanan antiemperyalist ve demokratik talepler ise şöyle: Asgari ve asgari ücretin en fazla 15 katı olacak şekilde azami ücret, acil istihdam sağlayıcı politikalar, kadrolu iş, işsizlik geliri, sendikalaşma özgürlüğü, antidemokratik yasaların kaldırılması, özelleştirmeleri durduran mahkeme kararlarının uygulanması, ABD ve İsrail ile yapılan Nitelikli Sanayi Bölgesi (QIZ) anlaşmasından vazgeçilmesi.3
MURSİ’YE KARŞI 15 MİLYON İMZA
Mısır halkı şu an ortaya atılan bir iddianın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini merak ediyor. Muhaliflerin her çeşidinin hatta eski MK’li isim ve örgütlerin de destek verdiği bu iddianın hedefi, Mursi’ye karşı 15 milyon imza toplamak. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini 13.2 milyon oyla kazanan Mursi’ye, aldığı oydan daha fazlası ile ‘git’ mesajı verilmek isteniyor. 1 Mayıs’ta başlayan ve ülkenin her yerinde çalışması 30 Haziran’a kadar sürecek olan kampanya için şimdiye kadar 2 milyondan fazla kişi destek verdi. Başkanlık Sarayının önünde bir milyon kişiyle bir de gösteri hedefleyen kampanya yürütücülerinden birisi ‘Nihai hedefimiz olan demokrasiyi elde edene kadar durmayacağız’ diyerek kararlılıklarını ifade ediyor. MK ise kampanyaya tepkisini net ortaya koyuyor: “Anlamsız ve işe yaramaz.”
İşçi gündemiyle başladık, onunla bitirelim. İki yıl önce işlerine son verilen ve bu sebeple birçok gösteri yapan, patronla görüşerek işlerini geri isteyen bir özel firma çalışanları 15 Mayıs günü tekrar şirket önüne geldi. Kapıda özel güvenliği bulan ve içeri alınmayan, ısrar edince biber gazı ve taş yiyen yaklaşık 400 işçi için bardak taştı. İlk önce yolu kapatan sonra güvenlik ile çatışan işçiler işyerinin camlarını kırdı, iki araba ve bir motosikleti ateşe verdi. Son söz: Mısır işçisinin şakası yok ve asabiyeti yaza doğru daha da artacak. İşaretler bu yönde.
1 english.ahram.org.eg "Egyptian workers air their demandsfor social justice", 14 Şubat 2013

2  english.ahram.org.eg "Egyptian Democratic Labour Congress to hold first conference" , 23 Nisan 2013 
3  Menasolidaritynetwork.com "Egypt: We want to work… We want decent wages… We want free unions" 29 Nisan 2013
İlyas Coşkun
Bu yazı 26 Mayıs 2013 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayınlanmıştır.

Mısır’ın ‘demokratik’ darbesi


Deepak Tripathi
www.counterpunch.org

Kahire ve diğer şehirlerde Mursi karşıtı milyonlarca Mısırlının sokağa dökülmesi olmasaydı darbe de düşünülemezdi. Protestolar, ‘halk adına’ müdahale için generallere bir meşruluk sağladı. Çoğu kişi için Mursi’nin en büyük düşmanı yine kendisi oldu. Çok az bir çoğunlukla bir yıl önce seçimi kazanmasının ardından geçirdiği kısa cumhurbaşkanlığı döneminde Mursi, ona oy vermeyen veya mecburiyetten destek sunan Mısır halkının büyük bir kesimine yabancılaştı.

85 milyon nüfusun yüzde 10’unu oluşturan Kıpti halk, İslami bir portre çizen Mursi’nin makamına daha fazla imtiyaz sağlayan anayasayı gündeme almasıyla kendilerini tehlikede hissetti. Liberal ve kadın örgütleri hayli rahatsızdı. Mursi yönetimi daha da kötüleşen ekonomiyle mücadelede aciz kaldı, halkının umutlarını boşa düşürdü. Onlar için, devrim Hüsnü Mübarek’i devirmişti. Böylece, Mısır’ın seçilmiş devlet başkanına karşı tekrarlanan gösteriler arasında ordu ‘halk adına’ Mursi’yi koltuğundan indirdi.
Ancak bu anlatıda bazı sorunlar var. Gerçek şu ki taraflar kendi içinde de parçalı olmak üzere halk, Mursi yandaşları ve muhalefet olarak keskin bir şekilde bölündü. Mursi ve MK’nin en yoksul kesimler arasında, özellikle kırsal kesimlerde azımsanmayacak bir desteği olduğu şüphe götürmez. Ordu darbesinin ardından, Mursi’yi desteklemek için yapılan büyük gösterileri ve sonrasında kardeşliğin liderlerine yönelik yasaklamaları görmezden gelemeyiz.
Cumhuriyet muhafızlarının merkez binasının dışında elliden fazla Mursi destekçisinin askerler tarafından açılan ateşle öldürülmesi, Mısır tarihindeki en kanlı olaylardan birisidir. Katliamlar günlük sürüyor. Mursi ve kardeşliğin ileri gelenleri ya gözaltında ya da kaçak durumda. Mursi, ‘casusluk, şiddet kışkırtıcılığı ve ekonomiye zarar verme’ suçlamalarıyla soruşturmaya uğruyor. Liderlerinin mal varlıkları dondurulmuş durumda.
Bu gelişmeler Mısır ve Ortadoğu için iyiye işaret değil. Ordu iktidara geri döndü ve halk desteği olan önemli bir politik hareket baskı altında tutuluyor. MK’nin önde gelen muhalifleri ordu ile işbirliği içinde. Bu hazin siyasi tecrübe Mısır’da on yıllar sonra başarısız olur ve gerçek demokrasiye yumuşak bir geçiş sağlayan askeri darbelerin tarihi zayıftır. Mursi’nin yönetimine karşı olan muhalefetteki aydın liberal-laik orta sınıflar, yakın bir zamanda askeri rejime de muhalif olacaklar. Bu sadece bir zaman meselesi.
Mısır ve bölge için en büyük iki risk artan radikalizm ve istikrarsızlıktır. Mursi’ye yönelik ordu darbesinin, Obama yönetiminin yakın gözetimi altında gerçekleştiği yönünde güvenilir haberler mevcut. 6 Temmuz’da New York Times gazetesinde David D. Kirkpatrick ve Mayy El Sheikh imzalı, Mursi’nin son saatlerini anlatan bir haber yer aldı. Habere göre ABD, bir Arap dış işleri bakanı aracılığıyla darbe öncesi yeni bir başbakan ve hükümetin atanması ve Mursi’nin atadığı valilerin yenilenmesi şeklinde son bir teklifte bulundu.
Mursi için bu, adı dışında her şeyiyle bir darbeydi ve bu nedenle reddetti. Mursi’nin baş danışmanı Essam el Haddad ile Obama’nın ulusal güvenlik danışmanı Susan Rice arasında telefon görüşmeleri oldu. Rice, askeri darbenin olmak üzere olduğunu Haddad’a iletti. ABD devlet departmanı ise darbedeki rolüne ilişkin haberlere bir yorumda bulunmadı.
Mısır’da ‘kontrollü bir değişim’ sonrasında Washington’un tepkisi ve ABD’nin Mısır ordusuna yardım için F16 savaş uçakları göndereceğini duyurması, ABD’nin önceliğinin Mısır’da ‘kontrollü bir değişimi’ görmek istediği fikrini destekliyor. Obama’nın tercih ettiği senaryoda, gelecek iktidarlarda MK için en iyi ihtimalle daha az rol ile ordu yönetimi altında herhangi bir değişiklik olmayacak. Kendi temellerinde Washington’un son adımı, Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın Sovyetler Birliğinden 1970’li yıllarda uzaklaşıp akabinde ABD ittifakına dahil olduğundan bu yana uyguladığı politikalardan ise farklı değil.
Bu yazı 20 Temmuz 2013 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayınlanmıştır.
You can read the original text from here: http://www.counterpunch.org/2013/07/17/egypts-democratic-coup/

Çev: İlyas Coşkun

Mısır’daki ‘dini’ çatışmalar





Mısır’da hafta sonu yaşanan Müslüman-Hristiyan çatışması, uzun bir süredir rejime karşı sokağı tutan, hak ve özgürlük isteyen muhalefetin önüne aşması gereken yeni sınavlar koyuyor.

NE OLDU?
Bu son çatışma, Kahire’nin kuzeyindeki Kalyubiye kentinde bir grup Kıpti Hristiyan gencin iddialara göre, İslami eğitim veren El-Ezher’in duvarına, Müslümanlara hakaret içeren ifadeler yazmasıyla başladı. Resmi raporda belirtilen bu olay sonrası kentteki Hristiyanlara ait bazı dükkanlar yağmalandı. Farklı dinlere mensup kişilere ait bir kısım mülkler yakıldı. Pazar günü ise olaylar Kahire’ye sıçradı. Çatışmalarda ölenlerin cenazelerinin bulunduğu St. Mark Katedrali taş yağmuruna tutuldu ve silah sesleri duyuldu. Çatışmalar sonucu 5’i Hristiyan, 1’i Müslüman 6 Mısırlı yaşamını yitirdi ve 90 kişi de yaralandı.

PROVOKASYON OLASILIĞI YÜKSEK

Ancak gazetecilere görüş veren Kalyubiye sakinleri, olayların adli bir vakadan din çatışmasına evrildiğini, sonrasında Hoda Al-Nabwi cami imamının cemaatine ‘Hristiyanlara karşı Müslüman kardeşlerini desteklemeleri’ çağrısı yaparak çatışmayı kışkırttığını söyledi. Polise büyük öfke duyan şehir sakinleri, polisin yaşananlara ‘seyirci kaldığını’ belirtti.
Çarşamba günü Kahire’de düzenlenen bir gösteride ise mezhep çatışmalarına karşı Müslüman ve Hristiyanlar arasında birlik çağrısı yapıldı. Öfkenin adresi ise Müslüman Kardeşler (MK) ve İçişleri Bakanlığıydı. Olaylardan sonra ancak pazartesi açıklama yapan ve soruşturma açılması talimatı verdiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi de tepkilerden nasibini aldı.
Rejime karşı yapılan sokak gösterilerinde bir arada görmeye alıştığımız politik örgüt ve partilerin yanı sıra çok sayıda muhafazakar Müslüman da gösteriye katılarak dini çatışmalara tepkilerini gösterdi. Ellerinde çarmıh ve Kuran tutan kimi göstericiler, Mısır halkının birliğine vurgu yapan sloganlar attı. Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) üyeleri ise çatışmalar karşısında MK hükümetinin sessiz kalarak toplumsal ayrışmadan yararlanmak istediğini, Müslüman halka yönelik kontrolünü sürdürmek istediğini ifade etti.

PATRİK: TOPLUM BÖLÜNÜYOR

Salı günü özel bir televizyona açıklamalar yapan Mısır Kıpti Ortodoks Kilisesi Patriği 2. Tovadros, Kahire’deki Katedrale saldırılmadan önce Cumhurbaşkanı Mursi ile telefonda görüştüğünü ve Mısırlı Hristiyanlar için önemli olan bu mekanın korunması için her şeyin yapılacağı sözünü aldıklarını söyledi. 2. Tovadros, ‘Ancak bunun yapılmadığını gördük. Yasalar acilen uygulanmalı. Toplum halihazırda bölünüyor’ diyerek rahatsızlığını dile getirdi.
Ayrıca Mısır Kiliseleri Birleşik Konseyi ve Mısır Protestan Cemaati de yaptıkları açıklamalarla, güvenlik önlemlerinin ve siyasetçilerin açıklamalarının çatışmalar karşısında yetersiz kaldığını ifade etti.
MK ve İslami örgütler içindeki kimi figürlerin açıklamaları ise diğer tepki çeken nokta. MK’nın resmi açıklamasında “Tüm Mısırlıları toplumdaki komplolara ve devrimlerine yönelik olan dini çatışmalara karşı uyarıyoruz” denildi. Halk tarafından istifası istenen İçişleri Bakanına veya emniyet teşkilatına yönelik ise bir eleştiri yapılmadı. İslami örgütlerin içinde yer aldığı Vicdan Cephesi üyesi Ayman Nur ise çatışmaları ‘dış mihraklara’ bağlamakla yetindi.

ÜÇ ÖNEMLİ NOKTA

Tüm bu gelişmeler ışığında kimi noktaları belirtmekte fayda var. İlk olarak devrime neden olan sosyal ve ekonomik sorunların hala çözülememiş olması, toplumsal gerginliğin sürmesine ve bu da en ufak bir kıvılcımın tüm ülkeyi etkileyecek şekilde büyümesine neden olmaktadır. Bu son çatışmalar bunun örneğidir.
İkinci olarak MK iktidarı ve güçlü İslami örgütler yaptıkları açıklamalar ve uyguladıkları politikalarla özellikle Hristiyan halkın tepkisini çekmekte ve endişelere neden olmaktadır. Son olarak, özellikle muhalifler arasında ekonomik ve demokratik (sosyal adalet, vb.) hak istemlerinin arasında tutarlı bir program halinde laiklik talebinin halka sunulmamış olmamasıdır. Elbette gerçek laisizm, Mısır’da İslami örgütlerin toplumsal nüfuzunu ve bu tür çatışmaların olasılığını zayıflayacaktır.
‘Dinler’ arası çatışmalar, rejim için halkı bölmenin bir yolu olarak kullanılmaya devam edilirken, Mısır muhalefetinin bunu önlemek amacıyla daha köklü ne gibi adımlar atacağını ise zaman gösterecek.

SALDIRILAR YENİ DEĞİL

MISIR’da azınlık durumundaki Hristiyanlara yönelik saldırılar yeni değil. Kıpti bir politikacı ve aynı zamanda Mısır Sosyal Demokrat Partisi Başkan Yardımcısı olan Hanna Greis’in açıkladığı rakamlara göre ülkedeki mezhep kavgaları oldukça eskiye dayanıyor:
Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek’in iktidarda olduğu 1970-2011 yılları arası 200 mezhep çatışması meydana geldi. Nisan 2011’den bu yana ise 24 kiliseye saldırı (birisi yakıldı ve bir diğeri ise yıkıldı) oldu. Sonucunda 24 Kıpti Hristiyan yaşamını yitirdi ve aynı mezhepten 700 Mısırlı yaralandı.



İlyas Coşkun

Bu yazı 13 Nisan 2013 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayınlanmıştır.


Müslüman Kardeşler’e üniversitelerden kötü haber




Ulusal çapta yapılan üniversite öğrenci sendikası seçimlerinin ilk sonuçlara göre, Müslüman Kardeşler (MK) ve Selefi örgütlerin desteklediği adaylar hezimet yaşadı.
Oylamanın ilk sonuçlarını değerlendiren ve seçim sürecinde gözlemcilik yapan Düşünce ve İfade Özgürlüğü Kurumu’na (AFTE) göre, sayıca oldukça fazla fakültede MK’ye yönelik olan ilgide dikkate değer bir düşüş söz konusu.
AFTE’nin ilk raporuna göre MK ve İslami çizgideki Güçlü Mısır Partisi (Partinin lideri, MK’nin eski başkan adayı olan Abdel-Moneim Abul-Fotouh’dur) gibi bazı partilerin listeleri, liberal ve sol partilere üye listeler karşısında büyük oranda sandalye kaybetti. Ayrıca kurum, Selefi örgütlerin listelerinin de büyük bir başarısızlık yaşadığını kaydetti. Bu arada, bazı fakültelerde MK ve Selefi listelerine bir oy bile çıkmadığını ifade etti.
BİR OY ALAMADIĞI YERLER VAR
İskenderiye, Ain Shams, Tanta, Benha, Munufiya, Beni Suef ve Menya üniversitelerindeki seçimlerin ilk aşaması gerçekleşti. AFTE’ye göre, İskenderiye üniversitesindeki 18 fakültenin dokuzunda, ‘sivil’ hareketler yüzde 56.4 oy, MK yüzde 21.63 ve diğer bağımsız gruplar ise yüzde 20.08 oy aldı. Selefilerin listeleri ise yüzde 0.52 ile çok cılız bir oy oranında kaldı.
Menya Üniversitesinde ise, 17 fakültenin 13’ündeki açıklanan sonuçlara göre tablo şu şekilde: İslamcı olmayan örgütler (6 Nisan Hareketi, liberal Anayasa Partisi, sol çizgideki Mısır Halk Hareketi ve diğer bir dizi örgüt) oyların yüzde 61.58’ini alırken, MK ve Selefi listeleri buna karşılık yüzde 29.8’de kaldı.
Banha Üniversitesinde ise ‘farklı politik partilerden, bağımsızlardan oluşan öğrenciler’ aldıkları oy oranlarına MK listelerine karşı zafer kazandı. Öyle ki ticaret, fen ve sosyal bilimler fakültelerinde sağ listelere hiç oy çıkmadı.
YENİ YÖNETMELİKTE İLK SEÇİM
Mevcut tablo; devletin güvenliğini esas alan ve bu şekilde oluşturulan yönetmeliklerin on yıllarca yürürlükte kalmasının ardından, Mısır Öğrenci Sendikası (ESU) tarafından oluşturulan yeni yönetmelik altında gerçekleştirilen ilk seçimlerin sonucunda çıktı. Ancak mevcut yönetmelik, 2012’de MK’nin boyunduruğu altındaki sendika tarafından kapalı kapılar ardında kendilerine sorulmadan onaylandığını söyleyen üniversite gençliğinin çoğunlu tarafından eleştiriliyor.
AFTE’nin yöneticisi Emad Mubarek, mevcut yönetmeliğin Mursi iktidarı döneminde yazıldığını hatırlattı ve alınan sonuçlara bakılarak MK’nin ne derece itibar kaybettiğinin görülebileceğini söyledi.
Ahram Online’a açıklama yapan Mubarek, “Yönetmelik MK destekli öğrenciler tarafından yazılmasına rağmen seçimlerde alınan mağlubiyet, MK’nin kaybettiği itibar kaybını gözler önüne seriyor” dedi.
Mubarek, yeni ESU’nun, tüm Mısır’daki öğrencileri kapsayacak şekilde bir yapıya kavuşacağına inandığını da sözlerine ekledi.
SONUÇLAR NEYİN GÖSTERGESİ?
Mısır hükümeti, Nisan ayında parlamento seçimlerini yapacağını ilan etmişti. Ancak Mısır İdare Mahkemesi 6 Mart’ta verdiği bir kararla Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin imzaladığı seçim kanununu iptal etti. Seçim kararının anayasaya uygunluğunun denetlenmediğini kaydeden mahkeme, bu kararı incelenmek üzere Anayasa Mahkemesine gönderdi.
Diğer yandan öğrenci sendikası seçimleri sonuçlarının, parlamento seçimlerine yansıyacağını düşünen yorumlar da mevcut. Parlamentonun alt kanadı olan Halk Meclisinde MK ve Selefi guruplarının yaklaşık yüzde 70 oranındaki sandalye sayısının, iktidara olan tepki nedeniyle önümüzdeki genel seçimlerde düşebileceği öngörülüyor (Bu Halk Meclisi seçimleri, anayasaya aykırılık taşıdığı gerekçesiyle Anayasa mahkemesi kararıyla iptal edilmişti).
EYLEMLER YAYILIYOR
Devrimin ikinci yılı kutlamalarından bu yana ülkenin dört bir yanında hükümet karşıtı gösteriler devam ediyor. Özellikle Port Said’de, Suveyş Kanalının yanındaki bu kentte sivil itaatsizlik eylemleri sergileniyor.
Göstericiler, hükümet ve MK’nin (Başkan Muhammed Mursi ve hükümeti yöneten güç olarak algılanıyor) devrimin hedefleri olan sosyal adalet ve özgürlüklere odaklanmada başarısız olduğunu belirtiyor.
Kardeşlik ayrıca Devrik Lider Hüsnü Mübarek’in baskıcı güvenlik araçlarını aynen koruduğu, devletin tüm düzeylerinde yönetimi ve iktidarı ele almaya kalkıştığı gibi nedenlerle de eleştiri yağmuru altında olmayı sürdürüyor.

İlyas Coşkun

Bu yazı 9 Mart 2013 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayınlanmıştır.

Göçmen işçilerin kitlesel sürgünü



İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Suudi Arabistan’da göçmen işçilere dönük 2013 yılından beri uygulanan sert göçmen politikasıyla ilgili bir rapor yayımladı.
36 sayfalık bu rapor Suudi Arabistan’dan ülkeleri, Yemen ve Somali’ye sınır dışı edilmeleri sırasında ciddi ihlallere maruz kalan altmış göçmen işçi ile yapılan röportajlardan yararlanarak oluşturuldu*. Genel olarak sınır dışı edilmeleri sırasında fiziksel şiddete maruz kaldıklarını ve gözaltı koşullarının kötü olduğunu belirten işçilerden bazıları ise Suudi yetkililerin gelişigüzel bir şekilde kişisel birikimlerine el koyması nedeniyle ülkelerine gıda veya ulaşım masraflarını karşılayacak güçten yoksun şekilde dımdızlak gönderildiklerini ifade etti.
Suudi Arabistan’ın geçen bir buçuk yılda yüz binlerce göçmeni sınır dışı ettiğini ifade eden, HRW Ortadoğu ve Kuzey Afrika Yöneticisi Sarah Leah Whitson gerekli olan yaklaşımı şöyle özetledi: “Suudi Arabistan, kaçak veya resmi olup olmasına bakmaksızın tüm göçmen işçilere saygılı ve anlayışlı davranmalı, onların sınır dışı edilme durumuna itiraz edebilme hakkının da dahil olduğu bir yasal süreci temin etmelidir.”
SINIR DIŞI ETMEDE YEMEN KRİTERİ
Suudi Arabistan, bu yılın mart ayında Suudi yönetiminin de dahil olduğu Yemen’de artan çatışmalar nedeniyle Yemenli işçilerin sınır dışı edilmelerini durdurdu. Nisan ayında da tüm kayıt dışı Yemenlilere altı aylık ülkede yaşama ve çalışma izni veren yenilenebilir vize hakkı tanıdığını duyurdu. Bu hak sadece Yemenli göçmen işçilere tanındı. 
HRW ise Suudi Arabistan yönetimine yaptığı çağrıda insan haklarına saygılı bir tehcir politikası uygulayabilene kadar Yemenli veya değil tüm göçmen işçileri sürgün etmekten vazgeçmeye davet etti.
Röportaj yapılan işçilerden hiçbiri, iltica başvurusuna veya sürgüne direnmelerine izin verilmediğini ifade etti. Ne yazık ki Suudi Arabistan’da, göçmenlerin geri döndükleri takdirde özgürlüklerinin veya yaşamlarının tehdit altında olacağı yere gönderilmeye direnebilecekleri bir iltica politikası uygulanmıyor.
YEMENLİ İŞÇİLERİN KİTLESEL GÖÇÜ
Suudi yönetimi, 2013 yılının hicri takvime göre ilk günü olan 4 Kasım’da polis ve çalışma bakanlığı yetkilileri eliyle kayıt dışı göçmen işçilere yönelik yerlerini belirleme, gözaltı ve ardından sınır dışı etmeye dönük sert uygulamalara başladı. Öncesinde, nisan 2013’de iş kanununda yapılan değişiklikle bu politikaya yasal zemin hazırlandı. Değişiklikle beraber polise ve ilgili yetkililere, belirli bir işveren için çalışmayanları tutuklama ve sınır dışı etme izni de dahil olmak üzere kayıt dışı göçmen işçilere dönük iş kanununu uygulama izni verildi. Bu kapsamda ev ve işyeri baskınları yapıldı, polis noktalarında kimlik kontrolleri yapıldı. Bunun sonucunda uygulamanın ilk iki gününde 20 bin işçi gözaltına alındı ve bu böyle sürüp gitti. Arab News gazetesinin 14 Aralık 2014 tarihli haberine göre uygulamanın ilk kırk gününde ülke çapında 108 bin 345 göçmen işçi gözaltına alınırken bunlar arasından 90 bin 450 kişi sınır dışı edildi. Nisan 2014’te İçişleri Bakanlığının açıkladığı rakamlara göre geçmiş altı ayda 427 bin kayıt dışı yabancı sınır dışı edildi. 
Tuval sınır kapısında, sürgün edilen Yemenlilere insani yardım sunan Uluslararası Göç Örgütünün (IOM) hesabına göre ise haziran 2013 ve kasım 2014 tarihleri arasında sadece Yemenli 613 bin 743 işçi sınır dışı edildi. 
Suudilerden, Yemenli işçilere dönük benzer bir tutum 1990-91 yıllarında da yaşandı. Irak’ın Kuveyt’i işgalinde, Yemen’in Irak’ı destekler tutumu nedeniyle o dönemde 750 bin Yemenli işçi krallıktan sürgün edildi.
* Araştırma, Kasım 2013-Şubat 2014 tarihleri arasında 60 göçmen işçi ile görüşülerek hazırlandı ve mayıs 2015’te rapor olarak yayımlandı. 
2015’TE, 5 AYDA 300 BİN SINIR DIŞI
2015 yılının ilk çeyreğinde kayıt dışı göçmenlere dönük uygulamalar devam etti. Suudi yetkililerin 23 Mart’taki açıklamasına göre geçmiş beş ayda 300 bin kişi sınır dışı edildi. Bu neredeyse günde 2 bin kişinin sürgün edildiği anlamına geliyor. 
Etiyopya ve Yemen’den gelen göçmenlerin çoğu iş bulmak umuduyla Suudi Arabistan’a gerekli izinleri olmadan, yani kaçak olarak Yemen sınırından geçiş yapan işçilerden oluşuyor. Ancak bazıları da, yasal olarak çalışmaya başladıkları işteki kötü koşullar nedeniyle oradan kaçarak başka iş aramaları üzerine kaçak işçi durumuna düştüğünü belirtiyor. Suudi Arabistan’daki kefalet sistemi* nedeniyle çoğu göçmen işçi, işverenleriyle anlaşmaksızın iş değiştiremiyor veya ülkeden ayrılamıyor. Bu sistem nedeniyle işçiler hak ihlallerine veya istismara karşı korumasız kalıyor. 
HEM POLİSTEN HEM SİVİLDEN ŞİDDET GÖRÜYORLAR
Röportajlarda işçiler, polisler kadar sivil vatandaşlardan da şiddet gördüklerini ifade etti. Suudi yönetiminin bu sert politikaları özellikle kasım 2013’te vatandaşların polislerle birlikte mahallelerindeki göçmenlere dönük fiili saldırılarına da zemin hazırladı. Saldırıların en yoğun olduğu 9 Kasım’da şiddetin adresi Riyad’ın güneyinde yer alan, çoğunluğu Etiyopyalı göçmenlerin yaşadığı Manfouha semtiydi. HRW’ye konuşan Manfouha sakinleri, olaylar sırasında en az üç Etiyopyalı işçinin öldürüldüğünü söyledi. 
Gözaltı sırasında kötü beslenme ve sağlıksız koşullarda tutulduklarını ifade eden göçmenler arasında, gardiyanlardan dayak yediğini belirtenler de oldu. Yemenli bir göçmen işçi gözaltında başına gelenleri şöyle anlattı: “İnsanları sınır dışı etmeye başladıklarında Cidde’de çalışıyordum. Uygulamadan korktuğum için kendin teslim oldum. Beni Briman cezaevinde 15 gün boyunca tuttular. Bazen yemek verirlerdi ancak bu çok yetersiz olurdu. Mahkumlar yemeği paylaşmak için kavga ederdi. Sağlık hizmeti yoktu. Bazen de bizi kemerleriyle döverlerdi.”
Cizan bölgesinde yasa dışı olarak çalışırken Kasım 2013’de yakalanan ve sınır dışı edilen başka bir Yemenli de yaşadıklarını şu sözlerle anlattı: “Nezarethane koşulları kötüydü. Tuvaletler temiz değildi ve kabinleri birbirinden ayıran engeller yoktu. Telefonlarımızın bataryalarını ve sim kartlarını aldılar, direnenleri ise kablolarla dövdüler.” 
 *Buna göre Suudi Arabistan’da çalışma izni alabilmek için Suudi yahut ülkede çalışan yabancı bir firmadan kefalet alınmalıdır. Kefalet sitemine göre ülkeden çıkış, ev kiralama, banka hesabı açtırma, hastanede tedavi gibi işlemler kefil olan kişinin izni ile yürütülmelidir.

GÖÇMENLERE YÖNELiK iNSANi BiR POLiTiKA!
HRW’ye göre Suudi Arabistan yönetiminin hızla atması gereken adımlar ise şunlar:
Suudi Arabistan kitlesel sürgünlere bir an önce son vermeli ve gelecekte olası sınır dışı etme vakasında, kişinin geri dönüş koşullarının bireysel değerlendirilmesinin esas alınmasını garantiye almalı.
Binlerce işçiyi kayıt dışı hale getiren çalışma yasalarını değiştirmeli, hak ihlallerine maruz kalan işçilerin işlerini değiştirebilmelerine izin vermeli. Mültecilerle ilgili uluslararası anlaşmalara imza atmalı, yine uluslararası anlaşmalarla uyumlu mülteci yasası oluşturmalıdır. Kendi ülkelerinde belki de işkence riski ile karşı karşıya olan yabancılar için adil iltica prosedürü tesis etmelidir. 
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine göçmen ve sığınmacıların durumunu saptamak ve mültecilerin Suudi Arabistan’a uyum sağlamasını temin etmek de dahil, sağlam çözümler sunma konusunda yardım etmesine izin vermelidir. 
Suudi hükümeti, yasa dışı göçmenleri sınır dışı etme konusunda meşru otoritedir. Fakat uluslararası anlaşmalara uymalıdır ki böylece geri gönderildiğinde gerçekten risk altında olacak kişileri sınır dışı etmemeli ve göçmenlere her zaman haysiyetle yaklaşmalıdır. Göçmenlere iltica fırsatı sunulmalı, olası korunma ihtiyaçlarına özen göstermelidir. 
“Göçmenlere karşı uyguladıkları yasalar ki, işçileri kayıt dışına iten hak ihlallerini de özendiriyor” diyen Whitson esas soruna şu sözlerle dikkat çekiyor: “Suudi Arabistan, sistematik hale gelen hak ihlallerini emek piyasasından kökünden söküp atmadıkça, kayıt dışı istihdam sorununu asla çözemeyecek.”    

Bu yazı 19 Mayıs 2015 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayınlanmıştır.

You can read the original text from here: https://www.hrw.org/news/2015/05/09/saudi-arabia-mass-expulsions-migrant-workers
Çev: İlyas Coşkun

Otorite farklı, şiddet aynı: ODTÜ ve El-Ezher örnekleri

ODTÜ, Türkiye siyasi ve akademik tarihi açısından önemli bir mevzi. El-Ezher Üniversitesi de benzer şekilde Mısır tarihi açısından önemli bir eğitim ve siyaset kurumu[1]. Arazisi içinden geçen hukuksuz ve ekolojik duyarlılığı ayaklar altına alan yol sebebiyle ODTÜ bileşenlerinin başlattığı protestolar[2], Gezi Direnişinin devamı olarak nasıl görüldü, muhalefet tarafından desteklendi ve iktidar ile yeni bir kapışma alanı olarak algılandıysa; Mısır’daki ordu darbesinin ardından El-Ezher Üniversitesindeki protestolar da muhalefet ile iktidar arasında aynı paralellikte gerçekleşiyor. Her iki ülkenin iktidar sahipleri de üniversite öğrencilerinin demokratik haklarını kullanmalarına izin vermeyerek şiddette ortaklaşıyor.
ODTÜ’de yaşananlar ve hem muhalefetin hem de iktidarın meseleye yaklaşımına dair neredeyse bilinmeyen kalmadı. Bu yazı esas olarak El-Ezher Üniversitesinde (bu üniversiteden hareketle, diğer Mısır üniversitelerindeki siyasal iklim de yorumlanabilir) yaşananları ve gerekçe olan siyasal arka planı aktarmaya çalışıyor.

İlk önce tarihi biraz geriye saralım:

Mısır Öğrencileri Sendikası Seçimleri

Mart 2013 tarihinde yapılan Mısır Öğrenci Sendikası* seçimleri sonuçları, Müslüman Kardeşlere (MK) yönelik hoşnutsuzluğun önemli bir göstergesiydi. Birçok fakülte ve üniversitede diğer İslami hareketlerin listeleriyle birlikte en az oyu alan veya seçimi kazanamayan MK için sonuçları değerlendiren birçok isim ‘itibar kaybı’ tespitinde bulunuyordu. Sendika genel başkanlığını da bağımsız bir isme kaptıran MK, diğer yandan El Ezher Üniversitesi’nde gücünü korumayı başardı. [3] Bugünden seçimlere bakınca üzerine söylenmesi gereken bir şey daha var ki, o da bir önceki dönemde MK’nin yan kuruluşuna dönen sendikaya tepki olarak bir araya gelen sol, sosyalist, liberal ve ulusalcı güçlerin politik tavrıdır. ‘Politikaya bulaşmama’ vaadini öne çıkarmış ve MK’nin siyasetine karşı politikasızlığı savunmuş tepki ittifakı, aslında Temmuz darbesi sonrası üniversite gençliğinin ana kitlesini MK ile darbeciler arasında kutuplaşmaya terk etmiştir.
Tekrar sendika seçimlerine ve o dönemin politik ortamına dönersek süreci şöyle özetlemek yanlış olmayacaktır: Yükselen sınıf ve halk hareketinin bir sonucu olarak üniversiteler de MK iktidarına olan rahatsızlıklarını sendika seçimleriyle gösterdi. Halkın devrimini çalarak kendi muhafazakâr ve piyasacı ajandasını uygulamak isteyen MK, sokağın yanı sıra sandıkta da mağlup oldu. Bu dönem üniversite gençliği ders ücretleri, nitelikli sağlık ve yemekhane hizmeti, üniversitelerin alt yapı eksikliğinin giderilmesi gibi taleplerinin yanı sıra sosyal adalet, ifade özgürlüğü, tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması gibi devrimin de taleplerini sloganlaştırıyordu. Bu tabloya genç işsizliğin ciddi rakamlara ulaşması ve ekonomik sıkıntılara duyulan öfke de eklenince yüksek öğretim gençliğinin toplumsal düzen ve yürütücüleriyle olan karşı karşıya gelişleri, itirazları ve öfkeleri de artıyordu.

3 Temmuz Darbesi

Elbette sayfa sınırlılığı nedeniyle diğer toplumsal tarafları, örneğin örgütlü-örgütsüz işçi ve emekçilerin mücadelesini ayrıntılı bir şekilde aktaramıyoruz. Ancak o dönemde öğrenci hareketiyle paralel bir dinamizmin olduğu su götürmez bir gerçek. Öyle ki Mısır halkı Mursi’nin seçildiği 13 milyon oyun da üzerinde (20 milyondan fazla olduğu söyleniyor)[4] yine onun istifası için imza toplamış, devrimin taleplerini yerine getirmeyen MK’ye olan güven en az seviyelere düşmüş, iktidarın sokaktaki nüfuzu hayli zayıflamıştı. İşte bunun üzerine ordu darbesi geldi. Yani iddia edildiği gibi darbe MK’ye değil, MK’yi iktidardan alaşağı edebilecek kadar kitleselleşmiş, devrim taleplerine sahip çıkan, örgütlü halk hareketine karşı, mevcut toplumsal düzeni ve onun kurumlarını korumak adına yapılmıştır. Bu Mübarek dönemi yargı ve ordu bürokrasisinin desteği ve ABD gibi Mısır siyaseti üzerinde tarihsel bir tahakküme sahip emperyalistlerin göz yummasıyla gerçekleşmiştir.
Bugün Mısır halkı üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanan otoriter ve despot yönetimin uygulamaları neticesinde muhalif blok ve hareketlerin tavrı da eleştirilmeyi hak ediyor. Zira Ulusal Kurtuluş Cephesi, Tamarud Hareketi veya 30 Haziran Cephesi içinde yer alan birçok hareket adeta akıl tutulması yaşayarak darbecilere karşı sokağı boş bıraktı**. Mursi’nin devrilmesi sonrası süreci bir var olma mücadelesine çeviren MK ise, sanki milyonlarca Mısırlı kendi otoritesine karşı sokaklara dökülmemiş gibi ülkedeki demokrasi mücadelesinin başat öznesi olduğunu propaganda etti! Elbette bu süreçte yeniden ve daha yükseğe çıkartılan ulusalcılık söylemi de Mısır toplumunu ve siyasetini iki ayrı uca yiten önemli bir etken oldu.[5]

Üniversiteler saldırı altında



Bu gelişmelerden üniversitelerde hızla etkilendi. Üniversitelerin yaşadığı sorunlar veya devrimin taleplerini içeren eylemlilikler çok hızlı bir şekilde MK ile darbe yönetiminin çatışmasına dönüştü. Şunu kısaca belirtelim: MK’nin demokratlığı da devrimin taleplerine sahip çıktığı iddiası da, iktidarı süresince yüzlerce icraatıyla yalanlandı. Ancak darbecilerin genelde ülke ve özelde ise üniversiteler üzerinde MK’ye yönelik başlattığı cadı avı, sonuç olarak Mısır’ın tamamını saran bir despotizme dönüştü. Bunun son örneği de polise, tüm sokak eylemlerini yasaklamasına ve engellemesine izin veren bir kanun tasarısı oldu.[6]
El- Ezher gibi birçok üniversite bugün darbe karşıtı gösterilere ev sahipliği yapıyor ve neredeyse her eylem polisin yerleşke içine girip öğrencilere sert müdahalesiyle son buluyor. El Ezher’in İslami eğitim içindeki özel konumu ve üniversite Şeyhi Ahmed el-Tayyib’in darbe yönetimini desteklemesi nedeniyle de gerilim birkaç kat fazla oluyor. [7] Yerleşke içine kimlik kontrolüyle giren ve çıkan öğrenciler için girişlerde güvenlik güçleri sürekli hazırda bekliyor. Protestoculara göre akademik yıl başladığından bu yana sadece kendi üniversitelerinde 170’den fazla öğrenci gözaltına alındı. Basında yer alan yorumlar da, çatışmaların uzun zaman süreceği yönünde. Mısır’a gözüken gayet net: Diğer birçok muhalefet merkezinde yapıldığı gibi üniversitelerde de kontrol ve baskı altına alınmaya çalışılıyor. Tıpkı ülkemizde üniversitelere polisin gireceği yönündeki tartışmalar veya ‘koruma memurluğu’ gibi görevleri açısından polise benzer kadroların açılmasıyla baskıyı sürekli kılma çabasında olduğu gibi.

Kesişme kümesi: Otoriterizm



Bir yanda ağacına, protesto hakkına, fikir özgürlüğüne ve geleceğine sahip çıkan ODTÜ; diğer yanda darbe karşıtı gösterilerle iktidarı boğan El Ezher. Karşılarında ise kolluk güçleriyle, gözaltı ve tutuklamalarla, antidemokratik uygulamalara en temel gösteri haklarını bile hiçe sayan Erdoğan ve Sisi[8] yönetimleri. Eğer ‘dediğimize değil icraatımıza bakın’ deniyorsa -ki haklılar- ortada üniversite gençliğine yapılan iki eş tutumu görebiliriz. Yani meydanlarda Rabia işareti yapmakla Mısır halkına dayanışma mesajı gönderdiğinizi düşünebilirsiniz. Ancak somut, yaşanan ve hatta öldüren gerçeklik devlet şiddetiyle alenen ortadır. Türkiye ve Mısır için kesişen küme otoriterliktir, baskıdır, muhalefete tahammülsüzlüktür…

 *Sadece devlet üniversitelerini kapsıyor. Mısır’daki özel üniversitelerin ayrı bir örgütlülüğü var.
[1] Elbette iki ülkenin siyasi tarihi ve eğitim modeli birbirinden hayli farklı. Hatta El Ezher başında bir şeyhin olduğu, İslami eğitim veren, laik olmayan bir yapı. İki kurum arasındaki benzerlik, bulundukları ülkelerin fikir ortamına yaptıkları katkıdır.
[2] Tarık Şengül, ‘Rant makinesinin hedefinde şimdi ODTÜ var’, Günlük Evrensel gazetesi, 27 Ekim 2013.
[3] Sendika seçimleriyle ilgili bakınız:
‘Brotherhood's popularity falls in Egypt's student elections: Monitor’, http://english.ahram.org.eg/News/66275.aspx , 6 Mart 2013.
‘Independent student wins presidency of Egypt’s Student Union’, http://www.dailynewsegypt.com/2013/04/24/independent-student-wins-presidency-of-egypts-student-union/ 24 Nisan 2013.
‘Student Union Elections Test Democracy in Egypt’, http://www.al-fanarmedia.org/2013/04/student-union-elections-test-democracy-in-egypt/, 14 Nisan 2013.
‘Egypt Student Union elections postponed’, http://www.dailynewsegypt.com/2013/04/13/egypt-student-union-elections-postponed/, 13 Nisan 2013.
[4] ‘Millions flood Egypt's streets to demand Mursi quit’ http://www.reuters.com/article/2013/06/30/us-egypt-protests-idUSBRE95Q0NO20130630 , 30 Haziran 2013.
** Darbe sonrası Mısır siyasetindeki bölünmeyi incelemek için: ‘Egypt's post-Morsi political map’,  english.ahram.org.eg/News/78706.aspx , 11 Ağustos 2013.
[6] Human Rights Watch says new Egyptian law gives police power to ‘ban all protests’ http://english.ahram.org.eg/NewsContent/1/64/85118/Egypt/Politics-/Human-Rights-Watch-says-new-Egyptian-law-gives-pol.aspx , 30 Ekim 2013.
[7] Al-Azhar campus battles, http://www.madamasr.com/content/al-azhar-campus-battles , 29 Ekim 2013.
[8] Burada Sisi’yi, mevcut görevlerinden ziyade darbeyi yapan kadroların başı olması nedeniyle anıyoruz.

İlyas Coşkun

Bu yazı Bastille dergisinin 2. Sayısı için Aralık 2013’de kaleme alınmıştır.