18 Nisan 2020 Cumartesi

Tirajlar düşerken gazeteler neden baskıda ısrar ediyor?

İlyas Coşkun

Aşağıdaki grafikte sadece 9-15 Mart 2020 haftasında tirajı 100 binin üzerinde olan gazeteler dikkate alındı. Analizin zaman aralığı 9-15 Mart 2020 ve 12-19 Nisan 2020 dönemleri (dahil) arasını kapsamaktadır. Altı haftalık zaman aralığında en yüksek tiraj kaybını Sözcü Gazetesi (73,571) yaşarken, Milliyet’in (4,434) en az etkilenen gazete olduğu görülüyor. İlgili dönem aralığında grafikte yer alan dokuz gazetenin toplam tiraj kaybı ise 292,271 gibi büyük bir rakam.


Bu veriler ne anlama geliyor?

Bu veriler iki önemli hususa işaret ediyor. Birincisi salgınla beraber basılı gazetelerin bayiden okuyucuyla buluşması çok ciddi bir şekilde düşüş yaşıyor. Journo’da çıkan “Gazete satmak artık daha da zor: Koronavirüsle çakılan tirajlara çare aranıyor” başlıklı haber de[1] bayi satışlarındaki azalmaya dikkat çekiyor. Okuyucular, birçok tedarik sürecinden geçen gazete ile temas ettiklerinde kendilerine virüs bulaşabileceği korkusu yaşıyor olabilir. İkinci olarak ise kriz dönemlerinde tüketicilerin (bu örnekte gazete okuyucuları oluyor) alışveriş ve tüketim alışkanlıklarında değişim gözlenmesi bilinen bir olgu. Halihazırda salgına karşı güçlü bir tedavi yönteminin geliştirilememesi ve kesin çözüm sağlayacak aşının bulunamaması, salgın nedeniyle yaşanan krizin ne zaman son bulacağını da belirsiz hale getiriyor. Bu belirsizlik; ekonomideki genel daralma, işten atmalar nedeniyle istihdam oranındaki azalma, krizin tetiklediği tüketim alışkanlıklarındaki değişim (daha planlı harcama, daha fazla oranda acil ve temel ihtiyaçlara bütçe ayırma vb.) ve toplumdaki zayıflayan alım gücü ile birleştiğinde kaçınılmaz olarak gazete tirajlarına olumsuz yansıyor. Habere, gazetelerin İnternet sayfalarından rahatlıkla ulaşılabilmesi de bu tiraj kaybını hızlandırıyor. Kimi gazeteler bu süreçte artan maliyetleri karşılamak adına e-abonelik sistemlerini daha fazla öne çıkarırken, bu yöntemin ne düzeyde çözüm sağladığını söylemek için henüz erken.

Basın İlan Kurumu esaslı adım atmalı

Salgın sürecinde gazeteleri en fazla zorlayan sorun, Basın İlan Kurumu’ndan (BİK) ilan alabilmek için baskı yapmak zorunda olmaları. BİK, 23 Mart’ta salgınla mücadele kapsamında medya sektörüne destek amacıyla bir dizi karar aldığını duyurdu[2]. Açıklamada “Gazetelerden ilgili mevzuat uyarınca aranılan fiili satış adedine (baskı-bayi-abone vs.) ilişkin düşüşler, 23 Mart 2020 Pazartesi tarihinden itibaren mücbir sebep kapsamında değerlendirilecektir” deniliyor.

BİK, 18-19 Nisan günleri gerçekleşen sokağa çıkma yasağı öncesi gazeteleri ilgilendiren yeni bir karar daha aldı. Evrensel’den Gözde Tüzer’in haberine göre[3]hafta sonu basılamayan gazeteler mücbir sebep kapsamında değerlendirilecek”. Haberde, “İlan ve reklam gelirleri ile ilgili ise; basılı gazeteler için ayrı, basılamayan gazeteler için ayrı çalışmalar” yürütüleceği uyarısı da BİK’e dayandırılarak paylaşılıyor.

BİK’in her iki adımı birlikte düşünüldüğünde, gazetelerin eriyen tirajlarına karşı bir duyarlılığın ve çözüm çabasının olduğu görülüyor. Ancak bu önlemlerin yetersizliği aşikâr. Çünkü her iki karar da gazetelerin BİK’ten ilan alabilmek için gerekli koşul olan fiili satış (diğer bir deyişle gazetenin baskısı ve bayide tüketici ile buluşması/satışı) şartını es geçiyor.

Medya sektörünün gelir modelinin temelinde -büyük oranda- BİK’ten alınan ilanlar sayesinde elde edilen ekonomik fayda bulunuyor. Salgın nedeniyle tirajı (ve de kazancı) görece düşen gazeteler ise bir de BİK ilanlarından gelen gelirden olmamak için baskılarını sürdürmek zorunda kalıyor. Bu çarpıklık ise salgın sürecinde satılmayan gazetelerin basılması, baskıda temel girdi olan ve ithal edilen kâğıdın (ve de buna harcanan dövizin) israf edilmesi, matbaa ve tedarikten sorumlu kargo çalışanlarının can güvenliğinin tehlikeye atılması vb. sorunlara neden oluyor.

‘Fiili satış’ şartı kaldırılmalı

Çözüm ise epey basit: BİK, salgın sürecinde “fiili satış” şartını tamamen kaldırmalı, gazetelerin İnternet siteleri üzerinden ilanlarını girebilmesi yeterli olmalıdır. Böylesi bir kararda çalışanları koruyan hükümlere yer vermek, olmazsa olmaz bir husustur. İlan verilen kurumlarda çalışan gazetecilerin evlerinde hizmet üretiminin garanti altına alınması ve matbaa işçilerinin çalışmadıkları süre boyunca ücretli izinli sayılması, salgın boyunca çalışanların da iş güvencelerini ve sağlık hakkını koruyacaktır. Aksi halde, örneğin matbaa çalışanları, bu süreçte çalışmaya zorlanmadıkları için sağlıklarını koruyabilecek ancak işten atılma ya da ücretsiz izne gönderilme nedeniyle gelirsiz kalma tehdidi ile karşılaşacaktır.

Dijital Hizmet Vergisi Kanunu revize edilmeli

Sektörün orta ve uzun vadede çözüm için tartışma yürütmesi ise kaçınılmaz. Bu kapsamda 7194 Sayılı Dijital Hizmet Vergisi Kanununun [4] tartışmaya açılması faydalı olabilir. Oldukça yeni olan bu kanunun ilk yedi maddesi Mart 2020’den itibaren yürürlükte. ‘Verginin konusu’ başlıklı 1. Madde içinde yasanın muhatabı faaliyet alanları sıralanıyor ve ilk sırada “Dijital ortamda sunulan her türlü reklam hizmetleri” yer alıyor. Kanunun 5. Maddesinin (3) numaralı fıkrası dijital hizmet vergisi oranını yüzde 7,5 olarak belirlerken, (5) numaralı fıkrası ise Cumhurbaşkanının, bu oranı iki katına kadar artırmaya yetkili olduğunu ifade ediyor. Kanunun 4. Maddesi ise “Türkiye’de elde edilen hasılatı 20 milyon Türk lirasından veya dünya genelinde elde edilen hasılatı 750 milyon avrodan veya muadili yabancı para karşılığı Türk lirasından az olanlar dijital hizmet vergisinden muaftır” diyor. Kanunun muhatabı ise dijital hizmet sağlayıcıları yani Google, Yandex, Facebook, Twitter vb. platformlar.

Hem basılı gazetelerin İnternet portalları hem de sadece İnternet üzerinden faaliyet yürüten medya kuruluşları için arama motorları üzerinden gelen reklam gelirlerinin önemi yadsınamayacak düzeyde. Bu nedenle ilgili yasada yapılacak düzenlemelerle medya kuruluşları özellikle salgın sürecinde desteklenebilir. Örneğin yasaya eklenecek geçici maddeler vasıtasıyla, salgın sürecinde vergi oranı yüzde 10’a çekilir ve muafiyet şartları “10 milyon Türk Lirası” ve “375 milyon avro” olarak revize edilir. Düzenleme ile oluşan bu yeni tutar ise basın meslek örgütleri, sendikalar, işverenler ve BİK’in dahil olduğu bir ortak komite vasıtasıyla ve bir dizi kriter ışığında yerel ve ulusal medya kuruluşlarının desteklenmesi için kullanılır. Yerel ve ulusal medya kuruluşlarının finansmanında, çalışanları koruyan hükümlerin olması elbette olmazsa olmazdır. Desteklenen kurumlarda işten atmaların ve ücretsiz izin uygulamasının yasaklanması, çalışanların ücret ve çalışma koşullarında, yine çalışanlar aleyhine esaslı değişikliklere izin verilmemesi, çalışanların sendikal hak ve özgürlüklerine saygı duyulması gibi bağlayıcı kriterler konulmalıdır.

Umalım bu salgın kimi cesaretli adımlara da kapı açar. Gazetelerin gelir modellerini gözden geçirdiği, risk analizlerini daha güvenilir bir şekilde yaptığı, doğa ile barışık bir üretim modelinin tercih edildiği, sağlıklı bir çalışma ortamının birinci öncelik olduğu ve çalışanların ekonomik ve sosyal haklarına saygı duyan bir medya sektörü, elbette bu ve benzer krizleri daha sağlam atlatacaktır.