21 Aralık 2018 Cuma

“Sosyalist Bir Geleceğe İnanan Marksist Partiyiz”


David Broder

Belçika, siyasal radikalizme ev sahipliği yapan bir ülke olarak görülmüyor. Diğer Avrupa ülkelerinde ‘Brüksel’ kelimesi, soğuk ve bürokratik AB kurumlarına karşılık olarak kullanılıyor. Fakat Belçika işçi sınıfı, Borinage’deki maden işçilerinden 1960 genel grevine kadar, sömürü ve buna karşı mücadele tarihine de sahiptir. Bugün ise ülkedeki siyasal manzara, aşırı sağ Flaman ulusalcılar ve güçsüz merkez siyasetçiler arasında kutuplaşırken sol siyaset de yeni biçimlerde sahneye çıkıyor. Marksist-Leninist geçmişiyle köklü bir tarihe sahip Belçika İşçi Partisi (PTB) özellikle son yıllarda dikkate değer bir atılım gerçekleştirerek, geçen Ekim ayındaki yerel seçimlerde başkent Brüksel’de oyların yüzde 12’sini almayı başarmıştır.

Jacobin’den David Broder’in sorularını yanıtlayan PTB lideri Peter Mertens, partide son dönemde yaşanan değişimleri, partinin geldiği aşamayı ve Avrupa’daki hakim düzenin daha geniş ölçekli dönüşümüne dair düşüncelerini paylaşmaktadır.

DB - Ekim’de yerel seçimlerde PTB dikkate değer bir çıkış yaptı. Brüksel’de oyların neredeyse yüzde 12’sini aldınız. Ayrıca Valon ve Flaman bölgesindeki büyük şehirlerde de iyi sonuçlar aldınız. Seçmenler için sizi cazip kılan nedir?

PM - Yürüttüğümüz her kampanyaya, programımızdaki temel başlıkların ne olması gerektiğine karar vermek için halk içinde geniş bir anket çalışması ile başlıyoruz. Yerel seçimler öncesinde Brüksel ya da diğer şehirlerde, seçmenlere yönelttiğimiz 20 soruluk bir broşür ile onlara, kendi mahalle ve bölgelerinde temel sorun ve endişelerinin ne olduğunu sorduk. Araştırmanın ilk aşaması, seçimlerden bir yıl önce yapıldı ve örneğin Antwerp şehrinde dokuz bin insandan yanıt topladık. Bu yoğun çalışma temposunda militanlarımız, her şehirde ve mahallede kapı kapı dolaşarak her biri yirmi dakika süren anketleri gerçekleştirdi. Çoğu şehirde öne çıkan birinci sorun barınma, ikincisi yoksulluk ve üçüncü olarak da ulaşım (toplu taşıma eksikliği ya da pahalılığı nedeniyle) oldu.

Her kim seçimin gündemine karar verirse diğer partiler üzerinde büyük bir avantaja sahip olur. En büyükleri olan N-VA da dahil sağcı partilerin, İtalya’daki sağcı partileri örnek alarak ve ‘işgal edilmiş’ korkusunu kaşıyarak güvenlik, göçmenler ve mülteciler meselesini ana sorunlar olarak öne çıkaracağını biliyorduk. Yerel seçimler olmasına rağmen sağcı partiler bahsi geçen meseleleri kullanmak istedi. Aynı süreçte, orta sınıf yerel eylem grupları da Yeşil partilerin yaptığı gibi -şüphesiz önemli bir mesele olan - temiz hava ve çevre talebini kampanyaların merkezine konmasını talep ediyordu. Biz ise politik gündemimizin merkezine toplumsal meseleyi koymak istedik ki, bu da barınma meselesi üzerinde odaklanma anlamına geliyordu. Örneğin, yıllardır yatırım ve bakımı yapılmayan sosyal konutlarda, rutubet gibi sorunlar var. Biz de bu sorunları gündemimize aldık ve bunları basın ve halkla ilişkilerde gündemimize taşıdık. Stratejimiz, halkın endişe ve sorunlarından başlamak ve bunlar hakkında sadece genel bir söylem ortaya koymak yerine aynı konuları ısrarla gündeme getirmek oldu.

DB - Podemos veya Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi gibi ülkelerinde yükselen hareketler kendilerini solun da ötesinde bir yere yerleştirirken, Marksist- Leninist bir geçmişten gelen partiniz, Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı’nın bir parçası olmayı sürdürüyor. Diğer yandan partiniz son on yılda yaklaşımını da değiştirdi. Bu değişim neden ve nasıl oldu?

PM - Sağcı partilerin, anlatı sanatında nasıl kabiliyetli olduklarını gördük. Somut konuları işleyip oradan da daha genel fikirlere ve emperyalist gündemlerine varıyorlar. Gazetelerin ön sayfasında yer bulacak nitelikte hikayelerden başlıyorlar. Örneğin engelliler için ayrılan yardımın başkaca kimseler tarafından kullanması hakkında hikayeleri öne çıkarıyorlar. Sosyal sigortaların suistimal edilmesiyle ilgili endişe duyan insanlar da çevrelerinde böyle insanların varlığından bahsediyor. Sonra da bir çeşit sol - sadece Belçika’da değil, daha geniş anlamda - bu hikayelere gelir dağılımına ilişkin istatistik ve tablolarla yanıt veriyor ki bunların hepsi doğru ancak oldukça soyut, duygusuz ve sadece akla hitap ediyor. Biz, sol olarak, gerçek hayatta kendi anlatı sanatımızı bulmalı ve sonra soyut düzeye geçmeliyiz.

Kendi anlatılarımıza ihtiyacımız var. Örneğin aylık sadece 800 Euro emekli maaşı alan bir emekli 500 Euro’sunu kiraya ayırdığında, yaşamak için elinde günlük 10 Euro’su kalmaktadır. Belçika ve aslında toplamda Avrupalı politikacılar nedeniyle bu sorunun sadece bir kişiyi değil, ülkemizde bir milyon insanı ilgilendirdiğini söylüyoruz. Böylece duygusal hikayeleri daha soyut, siyasal bir düzeye bağlıyoruz. Bu, partinin lideri olduğum 2008 yılından sonra yaklaşımımıza dair başlattığımız bir değişiklikti. PTB, on yıllardır aktif siyaset yapan bir parti olmasına rağmen büyümüyordu. Partideki ilk kuşak, kendini yenilemekte güçlükler yaşıyordu. Zamanla daha da küçülme ve sonunda yok olma riskiyle karşılaştık. Bu yüzden örgütlenme ve iletişim yaklaşımımızı değiştirdik. Parti çalışmasının esası olan işyerlerindeki temel birimlere dayalı faaliyetimizi sürdürüyoruz ama aynı zamanda mahalle grupları ve sokak meclislerinde de çalışmalar yapıyoruz.

Parti üyesi olmak için gerekli çıtayı yükselttik. Şuanda partide farklı üyelik seviyeleri var. Aynı zamanda parti etrafında biraraya gelmiş bir çevre de var. Bunlar internetten yıllık 20 Euro aidat ödüyor ve tam bir örgütlü, parti üyesi değiller. Bu kimseleri ‘tavsiye veren üye’ olarak ifade ediyoruz ve bu kimselerin tüzüğümüze göre parti kongresinde oy kullanma hakları da yok. 2008’de hayata geçen bu uygulama, partimiz için büyük bir adımdı. Geçmişte partiye katılmak için bilinçli bir Marksist olman yetiyordu şimdi ise bu kriterin yanında çalışmalarımızla eğitimden geçirdiğimiz daha geniş bir kitleye sahibiz.

DB - Belçika siyasal sistemi, sadece federal düzeyde örgütlü siyasi oluşumlarla birlikte hayli parçalı durumda. Birçok parti Belçika çapında örgütlenmiyor. Siyasal arenadaki bu çeşitlilik, seçmen tercihinin değişebileceği anlamına mı geliyor?Partiniz açısından, hangi tip seçmen profili PTB’ye oy veriyor?Örneğin Sosyalist Parti’nin ya da Sosyalist Parti-Farklı’nın eski seçmenleri mi?

PM - PTB’nin seçmen profilinin çeşitli ancak büyük oranda işçi sınıfından olduğunu söyleyebilirim. Ülkenin Fransızca konuşulan güney kısmındaki (Valon Bölgesi) seçmenlerin büyük kısmı, Avrupa çapındaki benzerlerinin aksine o bölgede hala güçlü bir sosyal demokrat parti olmayı sürdüren Sosyalist Parti tabanından geliyor. Bu partinin, geçmişte hükümet olduğu dönemde işsizlik ödeneği erişimine getirdiği kısıtlama gibi politik kararları nedeniyle kızgın tabanından çok sayıda seçmen kazandık. Aynı dönemde, ülkenin kuzeyinde sağcı ve aşırı sağcı partiler ile de yarış içine girdik.

Orta sınıf gazeteciler, seçmenlerin nasıl olur da sağcı partiler ile PTB arasında kararsız kaldığını anlamakta zorlanıyor. Ancak bu o kadar da zor değil. Şöyle ki; birçok insan sorunlarını toplumsal düzeyde tanımlıyor. Örneğin ‘Emekli aylıklarımız çok düşük’ veya ‘Emekli olmadan önce 67 yaşına kadar çalışmak zorundayız ve emekli maaşları düşüyor’ diyor. Bir başka örnek de, ‘Kız kardeşim aylık sadece 1100 Euro emekli maaşı almasına rağmen kamunun yaşlı bakım evinde kalmak için aylık 2300 Euro ödemek zorunda’ diyerek bir aile üyesinin sorununu dile getiriyor. Dile getirdikleri sorunların nedenini ise, sözümona sosyal yardım ve konutlara el koyduklarını düşündükleri göçmenler ve mülteciler olarak görüyorlar. Bizim akıl yürütmemiz burada sınırlı kalmıyor ve devamında, bu sorunlar için daha fazla kamusal yatırım ve alt yapı çağrısında bulunuyoruz. Büyük sermaye sahiplerinin, Panama ve Bahama Adaları’nda paralarını istiflemek yerine bu sorunlar için ödeme yapmasını talep ediyoruz. Soru bizim için açık: ırkçı bir tahlile dayanarak aşağıdakilere mi yoksa bir antikapitalist olarak yukarıdakilere mi tekmeyi basıyorsun?

Brüksel’deki son seçimde birçok genç seçmenden oy aldık. Bunun kaynağı ise başkentteki küçük de olsa, kızıl dalgadır. Vekilimiz Raoul Hedebouw, federal parlamentodaki diğer vekillerden tamamiyle farklı konuşuyor ve onun sosyal medyada kullanılan videoları dikkate değer bir şekilde işe yarıyor. Diğer partiler onun açıklamalarını ‘populizm’ olarak yorumlamasına rağmen Belçika gibi, nüfusu 11 milyon olan bir ülkede bu videolar 400 veya 500 bin defa izleniyor. Diğer vekillerle yüzleşme cesareti olan ve kendileri için konuşan bir politikacı gören gençler, bu videolara oldukça rağbet gösteriyor.

DB - Fransa’nın kuzeydoğusu -ki ülkenizin de hemen güneyi- Marine Le Pen’in Ulusal Cephesi için kale niteliğinde. Sınırın sizin tarafında, yani Fransızca konuşan Belçikalıların yaşadığı Valon Bölgesi’nde ise aşırı sağın benzer bir yükselişi söz konusu değil. Sizce aradaki bu fark neden kaynaklanıyor?

PM - Bence bunun iki nedeni var. Ülkenin kuzeyindeki en büyük endüstriyel şehir olan Antwerp’de, sosyal demokrasi kızıl bir kuşağa sahipti. Ancak bu güç dengesi 1980-90’larda aşırı sağcı Vlaams Blok’a doğru değişti. Yaptığımız değerlendirmede bunun esas sorumlusu olarak sosyal demokrasiyi işaret etmekle birlikte, gereken adımları atmadığımız için kendimizi de eleştirdik. Politikada tutucu ve dogmatik olarak görüldüğümüz için sosyal demokrasiden aşırı sağa evrilen seçmenlerle temas kuramadık. Daha önce bahsettiğim gibi yaklaşımımızı değiştirme sürecinde bir neden de bu oldu. Ülkemizin güneyindeki Valon bölgesinde geleneksel politikalardan oluşan hayal kırıklığını görebildik ve bu, oradaki faaliyetimiz için çok önemliydi.

İkinci neden ise Valon Bölgesi’nde aşırı sağ ve faşist partiler çok zayıf örgütlülüğüe sahiptir. Irkçı partiler için orada bir potansiyel olduğunu yadsımamakla birlikte, orada bizim ve Sosyalist Parti’nin gittikçe artan bir gücü var. Belçika’nın kuzeyinde seçmenler, sosyal demokrasiyi terk edip aşırı sağa yönelirken, Valon Bölgesi’nde bize geliyorlar.

Geçen ay Belçika’da büyük bir skandal yaşandı. Fransız faşist örgüt Génération Identitaire’in Belçika’daki ikizinin, ülkedeki en büyük Flaman milliyetçi partinin (NVA) gençlik örgütüne sızdığı açığa çıktı. Faşistlere karşı üniversitelerde ve gençlik hareketi içinde aktiftik. 1980-90’lardan, faşist örgütlere karşı nasıl hareket edilmesi gerektiğine dair de büyük ders çıkarttık. Aşırı sağ partilere oy vererek kendi kızgınlık ve karamsarlıklarını ortaya koyan seçmenlerle konuşmak zorundayız. Onlara bir alternatif sunmak zorundayız. Faşizme karşı savaşırken kendimizi yalnızca negatif terimlerle tanımlayamayız. Yoksa antifaşist kampanyada, seçmenler ‘Tamam, Vlaams Blok için oy vermeyeceğim. Fakat ne olacak?’ Sana da oy vermeyeceğim çünkü küçük ve inandırıcı değilsin” diyecektir. Aşırı sağa karşı savaş, kendi anlatımızı, hikayemizi dillendirebileceğimiz antikapitalist bir alternatif ile el ele gitmek zorundadır. Sosyalist bir proje inşa etmeksizin seçmenlerin ne aklını ne de kalbini kazanabilirsin.

DB - Bazı Avrupalı sol partiler, göçün ücretler ve işçi hakları üzerindeki etkisinden bahsetmek için “sosyal damping” veya AB İşçi Gönderimi Yönergesi[1] gibi konuları ele alarak göç konusundaki tartışmalara dahil oldu. Partinizin bu konudaki tutumu nedir?

PM - Sloganımız, heryerde “eşit işe eşit ücret”tir. Avrupa’da uyum ve işbirliğinden yanayız. AB’den çıkışı ya da ulusalcı bir çizgiyi savunmuyoruz. Güçlü bir ırkçılık karşıtı hatta sahibiz ve “Belçika, Belçikalılarındır” gibi bir pozisyonumuz da yok. En iyi kıta ölçeğinde çözülebilecek birçok sorunumuz olduğunu düşünüyoruz. Ancak, AB’nin bugün sahip olduğu yapı, işbirliği ve uyum için en iyisi değildir. Bu haliyle AB, sistematik bir şekilde büyük işveren ve bankaları kayırmakta ve farklı ülkelerin işçi sınıfını rekabete sokmaktadır. İşin aslı, özellikle inşaat sektörü olmak üzere sosyal dampinge neden olan AB’nin bu yapısıdır.

DB - 1980’lerdeki François Mitterrand’ın Fransa’daki sosyalist hükümetinden, 2015 sonrası Yunanistan’daki Syriza hükümetine kadar gelen sol iktidarlar, hem “tek ülkede sosyal demokrasi” inşa etmenin zorluğunu hem de bu örneklere Avrupalı yapılar tarafından dayatılan belirli sınırları gösteriyor. Eğer partiniz, “Sosyalizm yolunda giden” bağımsız bir Belçika öngörmüyorsa, Avrupa’yı bir bütün olarak reforme etmek için hangi mekanizmaların kullanılabileceğini düşünüyorsunuz?

PM - Tarihin tek bir yönde hareket ettiğini düşünmüyorum. Krizler, önümüzdeki 5-10 yıl içinde tekrar yaşanacak. Orta Doğu’nun istikrarsızlaşmasından ABD ve Çin arasındaki askeri gerilime, iklim felaketlerinden 2008’den bugüne sürmekte olan ekonomik krize ve emlak sektöründe spekülasyona dayalı ve sonunda patlayacak olan balona kadar insanlığın, günümüzde bir dizi sorunla yüzyüze geldiğini görüyoruz. Önemli olan şey, olası krize en iyi şekilde hazırlanan güç olmak ve onu, Avrupa’da başka bir işbirliği veya sözleşme için itici güç olarak kullanmaktır. Aşırı sağın veya neoliberallerin, bu krize tek yanıt veren güç olmasına izin veremeyiz ve kendimizi bunun için hazırlamalıyız.

Bu krizin nasıl ortaya çıkacağını kesin olara kestirmek zor. Ancak kendi yollarına gitmek isteyen ve farklı bir yolda işbirliği yapacak olan üç-beş ülke olabilir. Avrupa’daki tüm ülkelerin tek bir yönde ilerleyeceğini düşünmüyorum. Bazı toplumların, benzetme yapmak gerekirse ALBA[2] tipi yeni bir anlaşmaya hayat verebilme ihtimali olduğunu düşünüyorum. Bu muhtemel bir yol olmasına rağmen gelecek için henüz gündeme gelen bir plan da yoktur.

AB’nin mevcut yapısında böylesi bir değişimi yapmak mümkün değildir. AB’nin ulusal bütçe üzerindeki kontrolüne, özelleştirmelere, kemer sıkma tedbirleri ve bağlayıcı anlaşmalarına son vermek için niteliksel bir kopuş anına ihtiyaç vardır. Ancak, bahsettiğimiz kopuşa doğru ilerlemek adına Avrupa siyasal sistemi dahilinde çalışmanın mümkün olduğu düşünüyor ve bu konuda çekimserliğe inanmıyorum.

Belçika küçük bir ülke ve partimizin gücü hakkında mütevazıyız. Ancak bugün açısından Avrupa’daki sosyal demokrasinin solundaki güçler arasındaki durum kaotik haldedir. Henüz hangi yolun en iyisi olduğu belirsiz olduğu için Birinci veya İkinci Enternasyonal benzeri ana, geniş bir platforma ihtiyacımız var. Mevcut durumda GUE/NGL’yi (Avrupa Parlamentosu’nda komünist, yeşil-sol ve radikal sol gelenekten gelen partilerin biraraya getirdiği grup) tüm özgün sol güçler için bir platform olarak görüyoruz. Elbette bu grup içinde farklı bakış açıları da var. Biz özellikle Portekiz, Kıbrıs ve Fransa’daki komünist partileri ile (PCP, AKEL ve PCF) yakın işbirliği içindeyiz. Yine Fransa’da Jean-Luc Mélenchon’un partisi (Boyun Eğmeyen Fransa) ve Almanya’da, Sol Parti ve Almanya Komünist Partisi ile temas halideyiz. Kapitalizme uyum göstermeyi reddeden, sosyalist bir geleceğe inanan Marksist bir partiyiz. İşçi sınıfının örgütlenmesi ve ırkçılığa karşı mücadele deneyimlerimizin yanı sıra emperyalizm ve kapitalizmi alt etmek için bu yolda tüm özgün sol güçlerin müzakeresinin gerekliliğine inanıyoruz. Eğer her bir sol parti sadece gerçeğin kendiyle ilgili kısmına ricat ederse, bu bizi hiçbir yere götürmez.

PTB’nin Son Seçim Başarılarına Dair Bir Not[3]

PTB, Belçika Temsilciler Meclisi seçim sonuçlarına göre 2007 yılında yüzde 0.84, 2010 yılında yüzde 1.55, 2014 yılında ise yüzde 3.72 oy almıştır. Bir sonraki temsilciler seçiminin 2019’da olacağı ülkede PTB’nın meclicte 2 vekili bulunmaktadır. Parti, Brüksel’deki belediye meclisi seçimlerinde 2012 yılında yüzde 1.56 oy alırken, Ekim 2018’deki son seçimlerde yüzde 11.58 oy almayı başarmıştır.

Bu söyleşi 12 Aralık 2018 tarihinde jacobinmag.com adresinde yayınlanmıştır. 

You can see the original text at https://jacobinmag.com/2018/12/belgium-workers-party-ptb-elections-left

Metinde kullanılan fotoğraf, PTB'nin resmi sitesinden alınmıştır.

Çev: İlyas Coşkun 


[1] 96/71/EC sayılı yönerge (Ç.N).
[2] Latin Amerika ve Karayipler’deki ülkeler tarafından oluşturulan Latin Amerika İçin Bolivarcı İttifak’a atıf yapılıyor.
[3] Bu başlık çevirmen tarafından yazıya eklenmiştir. Bu sayede 2008’deki partinin siyaset yapma tarzındaki değişikliğin seçim sonuçlarına nasıl yansıdığını daha net göstermeye çalışmaktadır. Kaynak olarak Wikidepia kullanılmıştır.

26 Mart 2018 Pazartesi

ILO çalışanları ücret kesintisine karşı grevde


Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) çalışanları, ücret kesintisine karşı greve çıktı. Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren ve çalışanlarla ilgili kural ve şartları düzenleyen Uluslararası Kamu Hizmetleri Komisyonu (ICSC) tarafından yapılan yüzde 7.5’lik ücret kesintisine yanıt grev oldu.
Sendikalar, istişare yapılmadan ücret kesintisinin kendilerine dayatıldığını ve kesintiye gerekçe gösterilen geçim hesaplamasının yanlış olduğunu belirtiyor. Uluslararası Kamu Çalışanları Federasyonu (PSI) ve Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) da kendi internet sitelerinden yaptıkları açıklamalarla ILO çalışanlarının grevini desteklediğini duyurdu.
ILO Yönetim Kurulu’nun kararı ise işçilere açık bir destek vermekten uzak kaldı. Tek taraflı karar verilmesini eleştiren Yönetim Kurulu, diğer yandan bu ücret kesintisini önleyemeyeceği ve sadece sosyal diyaloğun ilkelerine uygun bir görüşme süreci için çağrıda bulunabileceği belirtildi.
ITUC Genel Sekreteri Sharan Burrow yaptığı açıklamada, ICSC tarafından alınan tek taraflı kararın, ILO’nun örgütlenme ve toplu sözleşme hakkını tanıyan 98 nolu sözleşmesinin açık bir ihlali olduğunu vurguladı. BM’nin kendi koyduğu standarlara karşı geldiğini ifade eden Burrow, BM içinde yasa ve kurallara saldırıya göz yumulmasının, benzer girişimlerin her kurum ve ülkeye yayılmasına sebep olabileceğini belirtti.
ILO Yönetim Kurulundaki işçi grubunun başkanı Catelene Passchier de yaptığı açıklamada ILO bünyesindeki işçi temsilcilerinin, greve giden ILO çalışanlarını net bir şekilde desteklediğini ifade etti.
İlyas Coskun
Bu haber 23 Mart 2018 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayınlanmıştır.

17 Mart 2018 Cumartesi

Romin Khan: Sendikalar AfD’ye değil göçmenlere yoğunlaşmalı


Neva Low
www.ilr.cornell.edu
Romin Khan, Almanya’daki Ver.di sendikasında göçmen politikalarından sorumlu bir sendikacı. Khan, aşağıda okuyacağınız söyleşide, sağcı göçmen karşıtı politik akımlara karşı Ver.di’nin tavır ve stratejilerine dair soruları yanıtlıyor. 
Ver.di’de göçmenlikle ilgili bir alanda çalışma yürütüyorsunuz. Görevinizin kapsadığı sorumluluğu bize anlatır mısınız?
Ver.di için göçmenlikle ilgili konu ve hususlarla ilgili gündemleri takip etmek, çalışmalar, raporlar hazırlamakla görevliyim. Bu nedenle Ver.di içindeki göçmenlik komitesi ile de yakın temas halindeyim. Bu komitenin genel seçimleri sırasında Almanya’nın yerleşik nüfusu ile bu nüfus içinde oy hakkında sahip olanlar arasında artan bir tutarsızlık olduğu belirtildi. Bu yüzden biz de Almanya’da yaşayan herkes için oy hakkını savunan bir kampanya başlattık. Sadece Alman kimliği ile ikamet edenlerin oy hakkına sahip olmasını protesto etmek için kartpostal gönderimi ve sokak standları organize ettik. Sendikamızın internet sitesinde, bu konu ile ilgili konuşan işçilere yer veren kısa filmler paylaştık. 
Almanya’daki genel seçimler geride kaldı ve aşırı sağcı parti AfD, şok edici bir sonuç aldı. AfD’nin, seçim kampanyasında yabancı karşıtı ve ırkçı söylemlere yer verdiğini biliyoruz. Almanya’da sağ politikalara doğru genel bir kayış mı var?
Evet, böylesi bir kayma söz konusu. Sendikalar olarak bunu eğitim çalışmalarımızda, seminerlerimizde fark ediyoruz. Bazı üyelerimiz bu etkinliklerde AfD’nin ideolojisiyle bağlantılı sağcı söylemlerde bulunuyor. Genellikle böylesi politik söylemler, sistem karşıtı bir tavır ve güçlü bir medya karşıtı söylemle birlikte dile getiriliyor. Bu tür AfD söylemleri üyelerimiz dışında da karşılık bulmaktadır. Üyelerimizin politik bilinci sadece sınıfsal konumları veya sendika üyelikleri üzerinden biçimlenmiyor. Görüş ve fikirleri, AfD’nin, fikirlerini yaymakta başarılı olduğu sosyal medya kanalları üzerinden de hayli etkileniyor. Almanya’daki sendikalar, sosyal medya araçları üzerinden politik tartışmalara müdahale fırsatını kaçırıyor. Bu eksiklik ise, AfD’nin halk içinde zemin bulmasını oldukça kolaylaştırıyor.
AfD’ye oy verenler arasında çok sayıda sendika üyesi de bulunuyor. Bunun nedeni sizce nedir?
Özellikle 45-65 yaş arası beyaz erkekler AfD için oy kullandı ve bu kategorinin sendikalardaki varlığı hayli yüksek. Ver.di ve NGG dışında Almanya’daki sendikalarda üyelerin çoğunluğunu erkekler oluşturuyor. Ancak devletin, sendika üyelerinin aşırı sağa oy verme eğilimine yönelik istatistiklerine bakıldığında, sendikal hareketin bir parçası olan Alman Memurlar Birliği (Deutscher Beamtenbund, DBB) üyeleri ve bu federasyonun sağcı söylemlere açık şubeleri özellikle hesaba katılmalıdır. Yine bu federasyon içindeki Alman Polis Teşkilatı ve öğretmen sendikaları sağa kayan kurumlara örnek teşkil etmektedir.
Genel olarak emek örgütleri toplumdan soyutlanmış değil, aksine Alman toplumunun bir parçası. Dayanışma ise sendika üyelerinin sahip olduğu ideolojinin doğrudan bir parçası, unsuru değil. 
Aşırı sağın yükselişi ile neoliberalizm arasında bir bağ var mı sizce?
Kamusal söylemde, aşırı sağın yükselişi sıklıkla çalışma ortamındaki dönüşümle bağlantılandırılıyor. Neoliberalizm; sosyal yaşamınızda bir bozulma ve kendi hayatınız üzerinde plan yapabilme kabiliyetinizde ve güvenliğinizde bir azalmaya denk düşer. Bu argümanlar kesinlikle doğru, ancak aşırı sağın yükselişini tam olarak açıklamaya yetmiyor. Bizim günümüzde karşı karşıya olduğumuz durum; sağcı bir şekil almış toplumsal protesto değil, daha ziyade toplumsal protesto biçimlerini benimseyen sağcı bir siyasettir. Sonuç olarak AfD’ye oy verenler, artan bir şekilde çok kültürlü olan toplumda, milliyet ve ırk üzerinden aktarılan ayrıcalıklarını savunmak istiyorlar. Sağcı ideolojiler her zaman var olmuştur ve bugün de eşitsizlikler üzerinden var olmaya devam etmektedir. 
Bu durum Almanya’daki emek hareketi içinde tartışılıyor mu? Sendika üyeleri arasında AfD’ye oy verenlere karşı Ver.di nasıl bir tepki geliştiriyor?
Bazı üyelerimiz AfD’nin demokratik yolla seçilen bir parti olduğunu ve bu durumun kabul edilmesi gerektiğini düşünüyor. Bu argüman, AfD’nin dışlanmaması gerektiğini aksi halde Merkel ile aynı pozisyona düşüleceğini belirten, sistem karşıtı bir konumdan dile getiriliyor. Ben ise, Alman sendikal hareketinin henüz AfD’ye karşı gerçekten mücadeleye başlamadığını düşünüyorum. Yerel düzeyde üyelerimiz arasında çok fazla takdire değer girişim var ancak DGB içindeki sendikalarda aşırı sağın tehditlerine karşı açık bir yüzleşme henüz gerçekleşmedi. Analizler sıklıkla yüzeysel kalıyor. DGB; kiralar, toplusözleşme ve bu konularda AfD’yi boşa çıkarmak gibi bir dizi başlık üzerine yoğunlaşmaya karar verdi. Sendikaların Almanya’daki en büyük ‘göçmen örgütleri’  olduğunu düşünürsek, göç ve iltica konularında oldukça sessiz kaldılar. Bana göre, bu sorunlu bir durum çünkü AfD gibi heterojen bir partiyi bir arada tutan şey ırkçılıktır ve bu yüzden ırkçılığın teşhir edilmeye ve AfD’ye karşı etkili bir güç oluşturmak için karşı çıkılmaya ihtiyaç vardır. 
Bugün Alman sendikalarının karşı karşıya kaldığı temel görevin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Sendikaların, AfD’nin politikalarıyla gerçek anlamda yüzleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu tek başına yeterli değil. Taleplerini işyeri düzeyindeki eylemlerle birleştirmeye ihtiyaçları var. Bakım hizmetleri alanındaki sendikal faaliyetler olumlu örnekler olarak göze çarpmaktadır. Genel seçim kampanyası sırasında ülke çapındaki birçok şehirdeki hastanede, hastaları ve yakınlarını da dahil edecek mekanizmaların kurulduğu bir dizi grev ve protesto gösterisi düzenlendi. Bu tür eylemler, toplum içindeki tartışmalara dahil olmak ve yönlendirmek için işyerleri düzeyinde ilişkilerin kurulması gerektiğini bize gösterdi. Alman sendikalarının, (potansiyel) AfD seçmenlerine odaklanmaya son vermesi gerekiyor. Neden sendikalar, en büyük göçmen örgütleri olarak, göçmen seçmenlere hitap etmeye yoğunlaşmıyor? AfD, bir işçi partisiymiş gibi davranıyor ve halkın dikkatini de bu yöne çekmeyi başarıyor. Diğer yandan isçi sınıfının büyük bir kısmının, Alman vatandaşı olmadıkları için oy verme hakları olmayan göçmenlerden oluştuğu göz ardı ediliyor. Almanya’da yaşayan 7 ila 8 milyon insan, vatandaşlık hakları olmadığı gerekçesiyle seçimlerde oy kullanma hakkından mahrum kaldı. Sendikal hareket, bu haktan mahrum bırakılan kesime hitap etmeye başlamalıdır. DGB, iş ve konut piyasasında ayrımcılık ve ırkçılık gibi konu başlıklarıyla beraber göçmenlik geçmişi olan milyonlarca seçmeni önceliğine almalıdır. Alman sendikal hareketi, yükselen aşırı sağla mücadele etmek ve AfD’ye karşı bir güç oluşturmak için bahsedilen bu konuları ciddiyetle ele almalıdır. 
Bu söyleşi 28 Şubat 2018 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayınlanmıştır. 
You can see the original text at the following link: https://www.ilr.cornell.edu/mobilizing-against-inequality/post/german-unions-and-rise-anti-immigrant-populism

Çev: İlyas Coşkun