David Broder
Belçika,
siyasal radikalizme ev sahipliği yapan bir ülke olarak görülmüyor. Diğer Avrupa
ülkelerinde ‘Brüksel’ kelimesi, soğuk ve bürokratik AB kurumlarına karşılık
olarak kullanılıyor. Fakat Belçika işçi sınıfı, Borinage’deki maden
işçilerinden 1960 genel grevine kadar, sömürü ve buna karşı mücadele tarihine
de sahiptir. Bugün ise ülkedeki siyasal manzara, aşırı sağ Flaman ulusalcılar
ve güçsüz merkez siyasetçiler arasında kutuplaşırken sol siyaset de yeni
biçimlerde sahneye çıkıyor. Marksist-Leninist geçmişiyle köklü bir tarihe sahip
Belçika İşçi Partisi (PTB) özellikle son yıllarda dikkate değer bir atılım gerçekleştirerek,
geçen Ekim ayındaki yerel seçimlerde başkent Brüksel’de oyların yüzde 12’sini
almayı başarmıştır.
Jacobin’den
David Broder’in sorularını yanıtlayan PTB lideri Peter Mertens, partide son
dönemde yaşanan değişimleri, partinin geldiği aşamayı ve Avrupa’daki hakim
düzenin daha geniş ölçekli dönüşümüne dair düşüncelerini paylaşmaktadır.
DB - Ekim’de yerel seçimlerde PTB
dikkate değer bir çıkış yaptı. Brüksel’de oyların neredeyse yüzde 12’sini
aldınız. Ayrıca Valon ve Flaman bölgesindeki büyük şehirlerde de iyi sonuçlar
aldınız. Seçmenler için sizi cazip kılan nedir?
PM -
Yürüttüğümüz her kampanyaya, programımızdaki temel başlıkların ne olması
gerektiğine karar vermek için halk içinde geniş bir anket çalışması ile
başlıyoruz. Yerel seçimler öncesinde Brüksel ya da diğer şehirlerde, seçmenlere
yönelttiğimiz 20 soruluk bir broşür ile onlara, kendi mahalle ve bölgelerinde
temel sorun ve endişelerinin ne olduğunu sorduk. Araştırmanın ilk aşaması,
seçimlerden bir yıl önce yapıldı ve örneğin Antwerp şehrinde dokuz bin insandan
yanıt topladık. Bu yoğun çalışma temposunda militanlarımız, her şehirde ve
mahallede kapı kapı dolaşarak her biri yirmi dakika süren anketleri
gerçekleştirdi. Çoğu şehirde öne çıkan birinci sorun barınma, ikincisi
yoksulluk ve üçüncü olarak da ulaşım (toplu taşıma eksikliği ya da pahalılığı
nedeniyle) oldu.
Her
kim seçimin gündemine karar verirse diğer partiler üzerinde büyük bir avantaja
sahip olur. En büyükleri olan N-VA da dahil sağcı partilerin, İtalya’daki sağcı
partileri örnek alarak ve ‘işgal edilmiş’ korkusunu kaşıyarak güvenlik,
göçmenler ve mülteciler meselesini ana sorunlar olarak öne çıkaracağını
biliyorduk. Yerel seçimler olmasına rağmen sağcı partiler bahsi geçen
meseleleri kullanmak istedi. Aynı süreçte, orta sınıf yerel eylem grupları da
Yeşil partilerin yaptığı gibi -şüphesiz önemli bir mesele olan - temiz hava ve
çevre talebini kampanyaların merkezine konmasını talep ediyordu. Biz ise
politik gündemimizin merkezine toplumsal meseleyi koymak istedik ki, bu da
barınma meselesi üzerinde odaklanma anlamına geliyordu. Örneğin, yıllardır
yatırım ve bakımı yapılmayan sosyal konutlarda, rutubet gibi sorunlar var. Biz
de bu sorunları gündemimize aldık ve bunları basın ve halkla ilişkilerde
gündemimize taşıdık. Stratejimiz, halkın endişe ve sorunlarından başlamak ve
bunlar hakkında sadece genel bir söylem ortaya koymak yerine aynı konuları
ısrarla gündeme getirmek oldu.
DB - Podemos veya Boyun Eğmeyen Fransa
Hareketi gibi ülkelerinde yükselen hareketler kendilerini solun da ötesinde bir
yere yerleştirirken, Marksist- Leninist bir geçmişten gelen partiniz, Komünist
ve İşçi Partileri Toplantısı’nın bir parçası olmayı sürdürüyor. Diğer yandan
partiniz son on yılda yaklaşımını da değiştirdi. Bu değişim neden ve nasıl
oldu?
PM -
Sağcı partilerin, anlatı sanatında nasıl kabiliyetli olduklarını gördük. Somut
konuları işleyip oradan da daha genel fikirlere ve emperyalist gündemlerine
varıyorlar. Gazetelerin ön sayfasında yer bulacak nitelikte hikayelerden
başlıyorlar. Örneğin engelliler için ayrılan yardımın başkaca kimseler
tarafından kullanması hakkında hikayeleri öne çıkarıyorlar. Sosyal sigortaların
suistimal edilmesiyle ilgili endişe duyan insanlar da çevrelerinde böyle
insanların varlığından bahsediyor. Sonra da bir çeşit sol - sadece Belçika’da
değil, daha geniş anlamda - bu hikayelere gelir dağılımına ilişkin istatistik
ve tablolarla yanıt veriyor ki bunların hepsi doğru ancak oldukça soyut, duygusuz
ve sadece akla hitap ediyor. Biz, sol olarak, gerçek hayatta kendi anlatı sanatımızı
bulmalı ve sonra soyut düzeye geçmeliyiz.
Kendi
anlatılarımıza ihtiyacımız var. Örneğin aylık sadece 800 Euro emekli maaşı alan
bir emekli 500 Euro’sunu kiraya ayırdığında, yaşamak için elinde günlük 10
Euro’su kalmaktadır. Belçika ve aslında toplamda Avrupalı politikacılar
nedeniyle bu sorunun sadece bir kişiyi değil, ülkemizde bir milyon insanı
ilgilendirdiğini söylüyoruz. Böylece duygusal hikayeleri daha soyut, siyasal
bir düzeye bağlıyoruz. Bu, partinin lideri olduğum 2008 yılından sonra
yaklaşımımıza dair başlattığımız bir değişiklikti. PTB, on yıllardır aktif
siyaset yapan bir parti olmasına rağmen büyümüyordu. Partideki ilk kuşak,
kendini yenilemekte güçlükler yaşıyordu. Zamanla daha da küçülme ve sonunda yok
olma riskiyle karşılaştık. Bu yüzden örgütlenme ve iletişim yaklaşımımızı
değiştirdik. Parti çalışmasının esası olan işyerlerindeki temel birimlere
dayalı faaliyetimizi sürdürüyoruz ama aynı zamanda mahalle grupları ve sokak
meclislerinde de çalışmalar yapıyoruz.
Parti
üyesi olmak için gerekli çıtayı yükselttik. Şuanda partide farklı üyelik
seviyeleri var. Aynı zamanda parti etrafında biraraya gelmiş bir çevre de var.
Bunlar internetten yıllık 20 Euro aidat ödüyor ve tam bir örgütlü, parti üyesi
değiller. Bu kimseleri ‘tavsiye veren üye’ olarak ifade ediyoruz ve bu
kimselerin tüzüğümüze göre parti kongresinde oy kullanma hakları da yok. 2008’de
hayata geçen bu uygulama, partimiz için büyük bir adımdı. Geçmişte partiye
katılmak için bilinçli bir Marksist olman yetiyordu şimdi ise bu kriterin
yanında çalışmalarımızla eğitimden geçirdiğimiz daha geniş bir kitleye sahibiz.
DB - Belçika siyasal sistemi, sadece
federal düzeyde örgütlü siyasi oluşumlarla birlikte hayli parçalı durumda. Birçok
parti Belçika çapında örgütlenmiyor. Siyasal arenadaki bu çeşitlilik, seçmen
tercihinin değişebileceği anlamına mı geliyor?Partiniz açısından, hangi tip
seçmen profili PTB’ye oy veriyor?Örneğin Sosyalist Parti’nin ya da Sosyalist
Parti-Farklı’nın eski seçmenleri mi?
PM -
PTB’nin seçmen profilinin çeşitli ancak büyük oranda işçi sınıfından olduğunu
söyleyebilirim. Ülkenin Fransızca konuşulan güney kısmındaki (Valon Bölgesi) seçmenlerin
büyük kısmı, Avrupa çapındaki benzerlerinin aksine o bölgede hala güçlü bir
sosyal demokrat parti olmayı sürdüren Sosyalist Parti tabanından geliyor. Bu
partinin, geçmişte hükümet olduğu dönemde işsizlik ödeneği erişimine getirdiği
kısıtlama gibi politik kararları nedeniyle kızgın tabanından çok sayıda seçmen
kazandık. Aynı dönemde, ülkenin kuzeyinde sağcı ve aşırı sağcı partiler ile de
yarış içine girdik.
Orta
sınıf gazeteciler, seçmenlerin nasıl olur da sağcı partiler ile PTB arasında
kararsız kaldığını anlamakta zorlanıyor. Ancak bu o kadar da zor değil. Şöyle
ki; birçok insan sorunlarını toplumsal düzeyde tanımlıyor. Örneğin ‘Emekli aylıklarımız çok düşük’ veya ‘Emekli olmadan önce 67 yaşına kadar çalışmak
zorundayız ve emekli maaşları düşüyor’ diyor. Bir başka örnek de, ‘Kız kardeşim aylık sadece 1100 Euro emekli
maaşı almasına rağmen kamunun yaşlı bakım evinde kalmak için aylık 2300 Euro
ödemek zorunda’ diyerek bir aile üyesinin sorununu dile getiriyor. Dile
getirdikleri sorunların nedenini ise, sözümona sosyal yardım ve konutlara el
koyduklarını düşündükleri göçmenler ve mülteciler olarak görüyorlar. Bizim akıl
yürütmemiz burada sınırlı kalmıyor ve devamında, bu sorunlar için daha fazla
kamusal yatırım ve alt yapı çağrısında bulunuyoruz. Büyük sermaye sahiplerinin,
Panama ve Bahama Adaları’nda paralarını istiflemek yerine bu sorunlar için
ödeme yapmasını talep ediyoruz. Soru bizim için açık: ırkçı bir tahlile
dayanarak aşağıdakilere mi yoksa bir antikapitalist olarak yukarıdakilere mi tekmeyi
basıyorsun?
Brüksel’deki
son seçimde birçok genç seçmenden oy aldık. Bunun kaynağı ise başkentteki küçük
de olsa, kızıl dalgadır. Vekilimiz Raoul Hedebouw, federal parlamentodaki diğer
vekillerden tamamiyle farklı konuşuyor ve onun sosyal medyada kullanılan
videoları dikkate değer bir şekilde işe yarıyor. Diğer partiler onun
açıklamalarını ‘populizm’ olarak yorumlamasına rağmen Belçika gibi, nüfusu 11
milyon olan bir ülkede bu videolar 400 veya 500 bin defa izleniyor. Diğer vekillerle
yüzleşme cesareti olan ve kendileri için konuşan bir politikacı gören gençler,
bu videolara oldukça rağbet gösteriyor.
DB - Fransa’nın kuzeydoğusu -ki
ülkenizin de hemen güneyi- Marine Le Pen’in Ulusal Cephesi için kale
niteliğinde. Sınırın sizin tarafında, yani Fransızca konuşan Belçikalıların
yaşadığı Valon Bölgesi’nde ise aşırı sağın benzer bir yükselişi söz konusu
değil. Sizce aradaki bu fark neden kaynaklanıyor?
PM -
Bence bunun iki nedeni var. Ülkenin kuzeyindeki en büyük endüstriyel şehir olan
Antwerp’de, sosyal demokrasi kızıl bir kuşağa sahipti. Ancak bu güç dengesi
1980-90’larda aşırı sağcı Vlaams Blok’a doğru değişti. Yaptığımız
değerlendirmede bunun esas sorumlusu olarak sosyal demokrasiyi işaret etmekle
birlikte, gereken adımları atmadığımız için kendimizi de eleştirdik. Politikada
tutucu ve dogmatik olarak görüldüğümüz için sosyal demokrasiden aşırı sağa
evrilen seçmenlerle temas kuramadık. Daha önce bahsettiğim gibi yaklaşımımızı değiştirme
sürecinde bir neden de bu oldu. Ülkemizin güneyindeki Valon bölgesinde
geleneksel politikalardan oluşan hayal kırıklığını görebildik ve bu, oradaki
faaliyetimiz için çok önemliydi.
İkinci
neden ise Valon Bölgesi’nde aşırı sağ ve faşist partiler çok zayıf örgütlülüğüe
sahiptir. Irkçı partiler için orada bir potansiyel olduğunu yadsımamakla
birlikte, orada bizim ve Sosyalist Parti’nin gittikçe artan bir gücü var.
Belçika’nın kuzeyinde seçmenler, sosyal demokrasiyi terk edip aşırı sağa yönelirken,
Valon Bölgesi’nde bize geliyorlar.
Geçen
ay Belçika’da büyük bir skandal yaşandı. Fransız faşist örgüt Génération
Identitaire’in Belçika’daki ikizinin, ülkedeki en büyük Flaman milliyetçi
partinin (NVA) gençlik örgütüne sızdığı açığa çıktı. Faşistlere karşı
üniversitelerde ve gençlik hareketi içinde aktiftik. 1980-90’lardan, faşist
örgütlere karşı nasıl hareket edilmesi gerektiğine dair de büyük ders
çıkarttık. Aşırı sağ partilere oy vererek kendi kızgınlık ve karamsarlıklarını
ortaya koyan seçmenlerle konuşmak zorundayız. Onlara bir alternatif sunmak
zorundayız. Faşizme karşı savaşırken kendimizi yalnızca negatif terimlerle
tanımlayamayız. Yoksa antifaşist kampanyada, seçmenler ‘Tamam, Vlaams Blok için
oy vermeyeceğim. Fakat ne olacak?’ Sana da oy vermeyeceğim çünkü küçük ve
inandırıcı değilsin” diyecektir. Aşırı sağa karşı savaş, kendi anlatımızı,
hikayemizi dillendirebileceğimiz antikapitalist bir alternatif ile el ele
gitmek zorundadır. Sosyalist bir proje inşa etmeksizin seçmenlerin ne aklını ne
de kalbini kazanabilirsin.
DB - Bazı Avrupalı sol partiler, göçün
ücretler ve işçi hakları üzerindeki etkisinden bahsetmek için “sosyal damping”
veya AB İşçi Gönderimi Yönergesi gibi
konuları ele alarak göç konusundaki tartışmalara dahil oldu. Partinizin bu konudaki
tutumu nedir?
PM -
Sloganımız, heryerde “eşit işe eşit ücret”tir. Avrupa’da uyum ve işbirliğinden
yanayız. AB’den çıkışı ya da ulusalcı bir çizgiyi savunmuyoruz. Güçlü bir
ırkçılık karşıtı hatta sahibiz ve “Belçika, Belçikalılarındır” gibi bir
pozisyonumuz da yok. En iyi kıta ölçeğinde çözülebilecek birçok sorunumuz olduğunu
düşünüyoruz. Ancak, AB’nin bugün sahip olduğu yapı, işbirliği ve uyum için en
iyisi değildir. Bu haliyle AB, sistematik bir şekilde büyük işveren ve
bankaları kayırmakta ve farklı ülkelerin işçi sınıfını rekabete sokmaktadır. İşin
aslı, özellikle inşaat sektörü olmak üzere sosyal dampinge neden olan AB’nin bu
yapısıdır.
DB - 1980’lerdeki François Mitterrand’ın
Fransa’daki sosyalist hükümetinden, 2015 sonrası Yunanistan’daki Syriza
hükümetine kadar gelen sol iktidarlar, hem “tek ülkede sosyal demokrasi” inşa
etmenin zorluğunu hem de bu örneklere Avrupalı yapılar tarafından dayatılan
belirli sınırları gösteriyor. Eğer partiniz, “Sosyalizm yolunda giden” bağımsız
bir Belçika öngörmüyorsa, Avrupa’yı bir bütün olarak reforme etmek için hangi
mekanizmaların kullanılabileceğini düşünüyorsunuz?
PM -
Tarihin tek bir yönde hareket ettiğini düşünmüyorum. Krizler, önümüzdeki 5-10
yıl içinde tekrar yaşanacak. Orta Doğu’nun istikrarsızlaşmasından ABD ve Çin
arasındaki askeri gerilime, iklim felaketlerinden 2008’den bugüne sürmekte olan
ekonomik krize ve emlak sektöründe spekülasyona dayalı ve sonunda patlayacak
olan balona kadar insanlığın, günümüzde bir dizi sorunla yüzyüze geldiğini
görüyoruz. Önemli olan şey, olası krize en iyi şekilde hazırlanan güç olmak ve onu,
Avrupa’da başka bir işbirliği veya sözleşme için itici güç olarak kullanmaktır.
Aşırı sağın veya neoliberallerin, bu krize tek yanıt veren güç olmasına izin
veremeyiz ve kendimizi bunun için hazırlamalıyız.
Bu krizin
nasıl ortaya çıkacağını kesin olara kestirmek zor. Ancak kendi yollarına gitmek
isteyen ve farklı bir yolda işbirliği yapacak olan üç-beş ülke olabilir.
Avrupa’daki tüm ülkelerin tek bir yönde ilerleyeceğini düşünmüyorum. Bazı
toplumların, benzetme yapmak gerekirse ALBA
tipi yeni bir anlaşmaya hayat verebilme ihtimali olduğunu düşünüyorum. Bu
muhtemel bir yol olmasına rağmen gelecek için henüz gündeme gelen bir plan da
yoktur.
AB’nin
mevcut yapısında böylesi bir değişimi yapmak mümkün değildir. AB’nin ulusal
bütçe üzerindeki kontrolüne, özelleştirmelere, kemer sıkma tedbirleri ve
bağlayıcı anlaşmalarına son vermek için niteliksel bir kopuş anına ihtiyaç
vardır. Ancak, bahsettiğimiz kopuşa doğru ilerlemek adına Avrupa siyasal
sistemi dahilinde çalışmanın mümkün olduğu düşünüyor ve bu konuda çekimserliğe
inanmıyorum.
Belçika
küçük bir ülke ve partimizin gücü hakkında mütevazıyız. Ancak bugün açısından
Avrupa’daki sosyal demokrasinin solundaki güçler arasındaki durum kaotik
haldedir. Henüz hangi yolun en iyisi olduğu belirsiz olduğu için Birinci veya
İkinci Enternasyonal benzeri ana, geniş bir platforma ihtiyacımız var. Mevcut
durumda GUE/NGL’yi (Avrupa Parlamentosu’nda komünist, yeşil-sol ve radikal sol
gelenekten gelen partilerin biraraya getirdiği grup) tüm özgün sol güçler için
bir platform olarak görüyoruz. Elbette bu grup içinde farklı bakış açıları da
var. Biz özellikle Portekiz, Kıbrıs ve Fransa’daki komünist partileri ile (PCP,
AKEL ve PCF) yakın işbirliği içindeyiz. Yine Fransa’da Jean-Luc Mélenchon’un
partisi (Boyun Eğmeyen Fransa) ve Almanya’da, Sol Parti ve Almanya Komünist
Partisi ile temas halideyiz. Kapitalizme uyum göstermeyi reddeden, sosyalist
bir geleceğe inanan Marksist bir partiyiz. İşçi sınıfının örgütlenmesi ve
ırkçılığa karşı mücadele deneyimlerimizin yanı sıra emperyalizm ve kapitalizmi
alt etmek için bu yolda tüm özgün sol güçlerin müzakeresinin gerekliliğine
inanıyoruz. Eğer her bir sol parti sadece gerçeğin kendiyle ilgili kısmına
ricat ederse, bu bizi hiçbir yere götürmez.
PTB’nin Son Seçim Başarılarına Dair Bir
Not
PTB,
Belçika Temsilciler Meclisi seçim sonuçlarına göre 2007 yılında yüzde 0.84,
2010 yılında yüzde 1.55, 2014 yılında ise yüzde 3.72 oy almıştır. Bir sonraki
temsilciler seçiminin 2019’da olacağı ülkede PTB’nın meclicte 2 vekili
bulunmaktadır. Parti, Brüksel’deki belediye meclisi seçimlerinde 2012 yılında
yüzde 1.56 oy alırken, Ekim 2018’deki son seçimlerde yüzde 11.58 oy almayı
başarmıştır.
Bu söyleşi 12 Aralık 2018 tarihinde jacobinmag.com adresinde yayınlanmıştır.
You can see the original text at https://jacobinmag.com/2018/12/belgium-workers-party-ptb-elections-left
Metinde kullanılan fotoğraf, PTB'nin resmi sitesinden alınmıştır.
Çev: İlyas Coşkun